Category Archives: aile

Sabunu çok seviyorum -@ipekagtolye nasıl çıktı?

Lush benim hayatıma güzel kokan sabunları, Zeynep ise saf sabunu soktu. Partick Rothfuss’un üçlemeyi bitirmesini beklerken okutuğu Sessiz Şeylerin Müziği (The Slow Regard of Silent Things) beni baştan çıkaran vuruşu yaptı sanırım.

Sabun imal etmeye başladım. Erit Dök denilen Gliserin bazından yapılan kolay süs sabunları ile başladım. ED sabunlar gerçekten basit. Eritiyorsun ve kalıba döküyorsun. 15 dakikada donuyor. Sen sağ ben selamet.

Sonra bunun renklendirilmesini, kokulandırılmasını, neden bazen yağlı yağlı durduğunu, üzerinin nemlendiğini ve bundan nasıl kaçınabileceğimi öğrendim. Renk renk şekil şekil yap dur. Eğlencenin doruğu!

Aile efradına, konu komşuya, nazımın geçtiği arkadaşlara dağıttım.. Bu arada sürekli malzeme satın aldım. ED bazlar bir yana, bir sürü kalıplar, modeller, renkler, kokular. Ambalaj materyalleri.

Saklama kaplarım, çırpıcılarım, kaşıklarım yavaaş yavaş bulaştı bu işe. Hepsini sabuna ayırdım. Meyhaneye gerek olan mescide haram diyerek mutfaktan kaçırdım :) En son mikrodalgaya el koydum. Google’da silikon kalıp olarak ne aramalar yaptım.. Taa Amerika’dan kalıp getirttiğim oldu. Hayatımın ilk Aliexpress alışverişini de bu vesile ile yaptım.

Yavaş yavaş boş odaya kendime atölye kurdum. Geç saatlere kadar sabun döküp, sabun söktüm. Ortasında kalp olan modelin fikri gece üçte geldi. Uykumdan kalkıp yaptım..

Ve işe yarar birşeyler yapmaya yeni başladım diyebilirim.

Sonra zeytinyağlı saf sabun imal etmeye başladım. Kimyasallardan uzak bir hayat yaşamaya çalışıyorum, NoPoo ile başladık, ev temizliği ürünlerimi üretmekle devam ettik ve buralara kadar geldik. Market sabunlarında sabun dışında herşey olduğunu gördükçe

100’er gram. Basit. En basit teknikle. Kostik kullanarak. Tartım için hassas tartı var zaten bir de eve aldım. Formüle uyarsan onun tutmaması imkansız zaten. Çok güzel saf sabunlar yapıyorum. Evde kendim kullanıyorum, arkadaşlara veriyorum. Çok güzel çok zevkli. Market sabununa dur demenin zevkini yaşıyorum. Gerçek sabun kullanıyorum!

Sabunlaşma aşaması 6 hafta sürdüğünden, ortalama her hafta bir lot kastil sabunu yani saf sabun yapıyorum. Rafine zeytinyağı, bazen palm/badem/hindistancevizi yağı kullanarak varyasyonlara gidiyorum. Çok keyif alıyorum. Dünyanın en güzel sabununu yapıyorum. Evde kullanıyorum, hediye ediyorum, zaman zaman paketleyip yolluyorum bile.

İnternetten bir şeyler öğrenebilmek çok güzel. Bir el sanatı/ev sanatı öğrenmek dünyanın her yerinden en uzman en yetenekli insanlara ulaşmak mümkün. Saatlerce video izledim. Kurs eve geliyor ve bu harika bir şey.

İnsanın kendi kendini yetiştirebilmesi çok güzel olduğu gibi, egosunu aşıp “kimselere göstermeyeyim bi tek ben bileyim” demeden, bilgisini paylaşması da harika bir şey. adamlar saatlerce video çekip, düzenleyip internete yüklüyorlar. Populer olmak için değil. Bilgiyi paylaşmak için.

Kimse bilmesin, püf noktasını vermeyeyim ki bir tek ben yapayım demiyor. Öğrenci de bilgisizce kendisini tehlikeye atmıyor. Yarım iş yok. Adam gibi yapmak istiyorsan eğitimini alabiliyorsun. Bunu çok kıskanıyorum çünkü üç kuruşluk poğaçasının tarifini vermeyen, (yapamasınlar diye, ne yaptıysak onunki kadar güzel olmuyor dedirtmek için) eksik malzeme ile tarif veren manyak kadınlar biliyorum.

Beri yandan, sormaya ar eden daha da aptal insanlar var. Bizim geleneksel “kervan yolda düzelir” atasözüne uyarak “YaAllah” deyip dalan, “ben ettim oldu” diyenler var. Açıp iki satır okumayan, biraz sorup sorgulamayan kendini geliştiremeyenlere iyice tilt oluyorum. Ne kadar yazık!

İnstagramda satış yapan insanlar sorular yöneltiyor ve cevap verdiğimde şaşırıyorlar. Normalde birbirlerini rakip görüyor, hemen engeli basıyorlarmış. Bunu anlamak mümkün değil.

Kısa sürede uzman oldum diyemem ama ben de bildiklerimi paylaşmaya başlıyorum. Belki birine bir hayrım dokunur. ;)

Pek yakında İpekagtolye Sabun Atolyesi yazıları ve videoları ile karşınızdayım.

İnstagramda bugünden sonra yeni sayfama beklerim.

 

5 Yorum

Filed under aile, araştırdım, çevre, çocuk, ev işi, instagram, internet, sabun, saglik, severim paylasirim

Başlar şimdi anneliğe – OyuncuAnneye sevgiler

Oyuncu Anne olarak bildiğimiz Şermin Çarkacı (ÇAKRA değil Çarka, düzgün oku) birbirinden güzel fikirleri, olumluluğu, inci gibi dişleri ile sosyal medyada yepyeni ve bu sefer iyi bir fenomen.

Çocuk da yapmış kariyer de, evli mutlu çocukluluğu böyle bir eltisizlik, görümcesizlik kıvamına taşımış sanki. depdeğişik bir insan. Bayağı bildiğin insan vasfı o kadar bariz ki kendine bir çekidüzen veriyorsun okurken, içine ferahlık mutluluk doğuyor.

Üretken de bir insan. Çok güzel iki kitap yazdı annelik üzerine. Çocuklarıyla beraber anlattıkları masallardan birini de çocuk kitabı  olarak yayınladı. Yayınevi olarak Elma yayınevini seçmiş olması bile artı. Okura saygısı, fikirlerine ilgisi olan, Şerif İzgören’le “yok artık” denilen ama olması gereken bir şeyler başarmış bir yayınevi. Araştırın işim var.

Şu kadarını söyleyeyim, çocuk kitabı olan “Çok Hayal Kuran Çocuk” hakkında daha doğrusu kullanılan fontlar hakkında bir eleştiri yönelttim. [Malum oğlum dislektik ve “elinde alet olarak bir tek çekiç olan adam herşeyi çivi görür” derler, ben de o açıdan bakıyorum çocuk kitaplarına] ve editörden gelen yanıt şu…

RE: Çok hayal kuran çocuk kitabınız

 1/22/16
Merhaba İpek Hanım,

 

Öncelikle düşüncelerinizi bize ulaştırdığınız için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

 

Söz konusu kitabımız okul öncesi yaş grubu özelliklerini taşımakta olup bu yaş grubu için tasarlanmıştır. Hitap edilen yaş grubunun gereği olarak ebeveyn okumasına ihtiyaç duyulan bir çalışma olduğu için çizimler ön planda tutulmuş, çizimlerin önüne geçmeyecek sadelikte bir font seçilmiştir. Bununla birlikte, ilköğretim çağına yönelik çalışmalarımızda tırnaksız fontlara sıklıkla yer veriyoruz. Örneğin, dün öğrendik ki “Portakallı Kurabiye Sokağı” isimli kitabımız, daha önce hiçbir kitabı sonlandıramayan disleksik bir miniğimiz tarafından okunmuş ve çok sevilmiş. Bu şahane bir olay. Gereken hassasiyeti göstermeye devam edeceğimizi, bu konuyu aklımızın köşesinde daha geniş bir koltuğa oturtacağımızı tüm samimiyetimizle belirtmek isteriz. Paylaşımınız için tekrar teşekkür ediyoruz.

 

Kolaylıklar.

 Gel de sevme..

Şimdi o kitapla beraber ilk okuduğum “Başlarım şimdi anneliğe” kitabımı da açık arttırmaya bağışladığım için, kitaba dair iki üç notum var onu da şurada paylaşmak istedim..

1- Kitapta fotoğraflara yer verilmeli. Örneğin “uyku için alet edevat” bölümünde gerçekten de bazı fotoğraflara ihtiyaç var. Hiç bilmeyen anne adayı olsaydım okuduklarımın resmini görmek isterdim.

2- kişisel önerim: çocukları sallamayın. sallamadan uyumaya alıştırın. uyku rutinini erkenden, ilk aylardan kurun ve sürdürün.

3- yine uyku bölümüne itirazım: sessiz ortama da alıştırmayın. kapı da çalar telefon da çalar. normal ev sesi içinde çocuklar gayet güzel uyuyabilirler. Kendi hayatınızı kısıtlayıp gerginleştirmeyin, parmak ucunda yürümeyin kendi evinizde. kızım davul zurna çalınırken mışıl mışıl uyudu arkadaşım.

4- hastane seçimi: eve en yakın hastane en iyi hastanedir. keza eve en yakın okul da en iyi okuldur.

5- ilaç içirme bölümünü komple atınız. o iş öyle olmaz. tadı gerçekten fena olan bir adet antibiyotik dışında bütün şurupları telaşe yapmadan, gaaayet cool bir şekilde muhallebi yedirir gibi içirmelisiniz. siz panikler “ay içti ay tükürdü, ay yuttu vay yutmadı” diye zıngırdarsanız çocuk da “lan telaşa mahal var demek” diye azar. En iyi tiyatrocu kimse o geçsin şişenin başına, tek hamlede ve soğukkanlılıkla normal normal içirsin şurubu ve öyle devam edin. Profesyonel görüşüm:

a) şuruplarınızı buzdolabında tutun. Serinken tadı pek hissedilmez.

b) Aç karnına verin şurubu, kusarsa zaten hasta hasta yedirdiklerinizi de çıkarmasın yazık günah.

c) tadı kötü olandan iyiye doğru verin son verdiğiniz en tatlı olanı olsun. genellikle ağrı kesici ya da vitamin olabilir. bir parça pekmez bile olur son kaşık. böylece neye uğradğını şaşırsın.

6- doğal gıda kısmına hiç girmeyelim. eline ne verirsen onunla devam ediyor. Öyle “ilerde nasıl olsa kontrol edemeyeiz” yok. evde kola içmeyiz içirmeyiz. 12 yaşında kızımız ve kendi başına kaldığında da arkadaşları ne kadar içerse içsin kola tercih etmez. Ayran içer, su içer, pek pek ice tea içer.

7- Kitabın altın cümlesi sayfa 102’de yatıyor. aslansın oyuncu anne.

8- Deterjanları gizlemek yetmez. Aklı erer ermez, ambalaj etiketlerini belletmelisiniz. Kimyasal ürünlerin üzerinde uyarı işaretleri gayet barizdir ve okumak gerekmez. Dev bir X işareti, Alev sembolü vb uyarılara her seferinde dikkatini çekin. Deodorant ve şampuanlarda bile işaretler vardır ama biz körleştik göre göre. gösterin ve belletin. tabii ki el altından kaldırın kolay ulaşılabilir kaza unsuru yaratmayın kendi elinizle de.. yine de sizin evde olmaz başkasında görür. cahillik başa bela. öğretin korusun kendini.

onun dışında yeni annelere ve anne adaylarına eski bir yazıyla selam ederim. Bebek Çeyizi

İkinci kitabı da okurum yakında :)) iyi ki varsın oyuncu anne! Allah seni ve eşini çocuklarının başından eksik etmesin. Eline koluna derman versin yazmaya devam et.

Yorum bırakın

Filed under aile, çocuk, kültür, kitaplar, severim paylasirim

Randevuception

Koskoca devlet hastanesinde hasta olmak zor.

Oğluma gereken işitme testi için Ekim ayında doktor beni odyoloji birimine yönlendirdi. İki kat aşağıya indim:

 

– randevu alacaktım

– Randevu yok

(Alo!  Galaksi Taksi, araba yok.. Hiç yok. Soğanlı yok sarmısaklı yok hanfendicim siz nasıl tercih edersiniz.  #MetinAkpinar #yasaklar )

– eee????

– Şu numarayı Aralığın son haftası arayın, randevu alın.

– Eyvallah.. Ardıma baka baka geldim.

 

Aralıkta ve sonra ocakta epey aradım. Hat düşmüyor. Düşse de açılmıyor £#$½$½+%&/ hattı. Bugün 15/01/2016 kendim gittim.

  • Randevu alacaktım, Aralıktan beri arıyorum, Ekimde gel…
  • randevu yok
  • ne?
  • yok hamfendi, martın sonuna kadar yok
  • e olur nisana yazın
  • yok siz 25 martta arayıp randevu alacaksınız. günde 100 kişi geliyor 6 kişi bakabiliyoruz

“hönk” olmuşum.

Lan iyi ki acil bir şey değil, iyi ki başka yerde yapılabilen bir test, özele gidecek az çok parayı denkleştirecek durumum var hamdolsun. (niye bekledim, devlet hastanesi doktoru özelde yapılan testi sevmez, yeniden kendi hastanesinde yaptırtır)

(Düğünü ertele, düğünü ertele… sakallı kertenkele #NevraSerezli)

 

Yorum bırakın

Filed under aile, çocuk, disleksi, saçmasapanlıklar, saglik, şikayetlerim

Parlar mutfak parlar gözlerim

Zamaninda bana gore “entel dantel” gelen ikinci el alma verme, yeşil yaşam, hayvan koruma, doğal beslenme, az ve paylasimli giyinme, elektrikli motor kullanma ve turevi hipi icatlarini cook kinadim. Asaletim ve burnum dusse egilip almayan gururumla gunumu gun ettim.

“Allah vermesin, kinadiğini görmeden ölmezsin” derler ya, azili bir cevreci olma yolundayim.

Hayatimi ilk Shibumi degistirdi. Ilk taşı ondan yedim. Sadelikteki güzellik, ona ulasana kadar sabirla bozup yapmak deli isiydi ama kara cahil ruhumda bir isik pirildadi.

Kimyasallari terk etmek… karbonattir sabundur derken..Adim adim bugune geldim. Bugun… İlk “temiz temizleyici” ürünüm hazir.

Mevsiminde sıkılmış portakal, mandalin, limon kabuğu kavanoza basılır. Uzeri sirkeyle ortulur. Kapatilir kaldirilir. Ara ara altüst etmek iyi olabilir.

 

15 gun sonra portakalli sivi yuzey temizleyiciniz emrinizde.

Hani derler ya :”Nasreddin hocayi polis cevirmis, alete uflemis 7 promil alkollu cikmis. Hoca demis “ben hacıyım alkol almam.” Polis de sasmis. Aramislar taramislar meger hoca portakal yemis kabuguyla. O da midesinde alkole donusmemis mi?”

Harbi reaksiyon bu sekilde mi kimya bilen birine sormak lazim.. Asetik asit yazabilirim ama portakalin formulunu bilmiyorum.
image

Neticede cozelti basarili. Fisfisli siseye koydum. Yari yariya sulandirdim. Sıkıp kagit havluyla sildim.
image

Bilin bakalim hangi taraf??

Ocak parladi.
image

Yapiniz yaptiriniz.

 

 

6 Yorum

Filed under aile, alışveriş işleri, ev işi, güvenli hayat, icatlar, saglik

Rapunzel’in RAP’ı, uzun saçının OR’u: RAPOR

Oğlum disleksik. Benden daha disleksik. Solaklık gibi. Bir hastalık değil, değişiklik. Klavyeniz birden Q yerine F klavye olmuş gibi. Siz yazıyorsunuz alıştığınız gibi, ekranda KABAK yerine PTLBY çıkıyor????? Öyle düşünün.

Senin benim gibi okuyamıyor. Harfleri kelimelere çevirmek onlar için zor ya da imkansız. Onun dışında gayet iyi bir öğrenci. Parlak bir zekası var. Eline kitap verene kadar. Cümleyi okurken öyle uğraşıyor ki, anlamını ikinci plana atıyor. Üçüncü kelimeye geçtiğinde ilk kelime çoktan yitmiş oluyor.. Ağzından çıkanı kulağı duymamak bir tür.. (b) ile (d) karışıyor mesela.

-bayısı.

+ nesi?

– bayısı anne?!

+ bayısı ne oğlum? Dayısı’dır o.

– olur. Dayısı ile dadası..

+ babası

– öf

O yüzden okul başarısı yazılılarda çok düşük. Konuya hakim, soruyorsun şakıyor. Ama bunu soruyu anlayıp da yazıya geçirecek kadar zamanı yok. :(((

Bunun eğitimle, çözümü var, kendi sınıf arkadaşları seviyesine gelebilecek. Hemen her mahallede bulunan özel eğitim merkezlerinden haftada bir saat yararlanması lazım. Ayrıca bu durumu onun lehine çevirmek için okulun da sunacağı bazı imkanlar var. Bütün bunlar için bir adet kurul raporu lazım. Normalde iki üç günde çıkabilir. Rahat rahat. Bende? Çıkmaz oğlu çıkmaz.

Rapor için gidiş gelişlerim bitmedi. KBB mesela. 9 Eylül müydü ne randevu aldım, İşitsel İşlemleme Bozukluğu olup olmadığının tespiti için iki çeşit test lazımmış. -2. katta odyoloji’ye gönderildim. Odyoloji elime bir kağıt tutuşturdu.

-Ne bu?

+ Aralık ayının son haftası arayacaksınız bu numarayı..

-Eee?

+ Randevu vereceğiz. Sonraki altı ay içine randevunuz verilecek, o zaman gelir yaptırtırsınız testi.

Bacı benim işim acele.. Bekleyemem. Rapor lazım.. Anan yahşi, baban yahşi.. Yoh.

Yallah ilk doktora. “Hocam böyleyken böyle, randevu alabilmek için bir randevu aldım. Aman özelde bir  yerde yaptıralım?”

Doktor bey sağolsun bir yer önerdi. Oradan randevu alacağım da gideceğim hele..

Rapor için KBB’ye tekrar yönlendirildim aynı hafta içinde. Verilen randevu Ekim’in yarısından sonraya. İyi. Gittik. Sıra geldi girdik..

– Hocam rapor için geldik ama çocuk bir öksürmekte, geniz akıntısı mı var bir bakarsanız… demeye kalmadı.

+ rapor hastasına bakmıyoruz.

oh süper. bakmadı valla yüzüne bile. Ne b.kuma getirttiniz yanımda madem bunu? Okulundan kaldığına yazık.

– işte durum bu.. sizden rapor alınacak, psikiyatri verdi, derse başlatacağız vb vb..

+ tamam ben yazarım raporu, çarşambaya sekreterlikten alırsınız.

eyvallah..

Çarşamba aradım valla da hazırmış. Araya tatil girdi, bugün gittim aldım. Doktorun rapor diye yazdığı da iki-üç satır ha. Neyi bir hafta sürdü bilmiyorum.. Neysee uzatma kızım al raporu kaç aydır peşindesin.. Hoppa. Oracıkta sevindim.  Hemen ilgili milli eğitim birimi olan RAM var,  ona gideceğim, işi bitireceğim hazır gün erkenken…

Sekreter uyardı “raporu kurula götüreceksiniz onlar onaylayacak”

Allah Allah.

Ona da peki.. İndim kurul odasına. İki resim bir nüfus cüzdanı fotokopisi. Tamam buyrun.

Hop bi kaat daha tutuşturuldu.

– 24 Kasım’da geleceksiniz Kurul görecek.

+ NEY?

Bildiğiniz delirdim. Bir şekilde kuruldan sorumlu baş hekim yardımcısını buldum. Derdimi döktüm, bakın dedim bu hafta disleksi farkındalık haftası. Böyle böyle dedim. Hazirandan beri bir rapor peşindeyim dedim.

Kadıncağız telefon etti, “hasta yakını gönderiyorum ilgilenin” . Yaşa doktor hanım. Koş İpekag..

Kurul odasından çıkan bir kişi beni ve raporu içeri aldı.

tarihi öne çekti sağolsun.

bir hafta öne.

FUUUUU.

Benim moral indi. Ağlaya ağlaya hastanenin kapısını bulup çıktım. Hırsımdan ağlıyorum. Bu nedir arkadaş?

On dakikalık bir iş. Hadi doktor başına on dakikadan yirmi dakika. Çocukta disleksi var mı? Var. Ver raporu şu eğitimi başlat, kalan git gel işini yine yaparız. Yapmazsak yaz hesaba öderiz ne tuttuysa cezası.

Kasımın sonu be.

İnsaf.

yarın gidip özel eğitim merkeziyle konuşacağım. “teşhisi var, rapor yolda, derse başlatın”. Halden anlayıp kabul ederlerse mâl memnuniye.. İndirim mindirim yaparlarsa ne ala, yapmazlarsa canı sağolsun vereceğim parasını ders ücretinin. Bu sefaleti niye çekiyoruz bilmiyorum hala. Mantığım kabul etmiyo..

Bir pürüz çıkmazsa bu ay rapor tamam.İnşallah.

Aziz Nesin’in de ruhu şad olsun.

 

Not: Hayır adam saatleri, günleri ayları sıralamayı anlamıyor, bu hafta hem de ingilizceden saatlerle ilgili yazılı olacaklar. Bu durumda öğretmenin oğlumun kağıdında dijital saat olması gerektiğini; kadranlı, akrepli yelkovanlı saati çözemeyeceğini anlaması lazım…

Çocuk kendisini yetersiz görmeye başladı, “ben ingilizce bilmiyorum” diyor. El insaf merhamet.

 

5 Yorum

Filed under aile, disleksi, saçmasapanlıklar, saglik, şikayetlerim

Ne giyilir nasıl takılır? Genç Kız Olmak -2-

Yazı yayına hazırlandığı sırada 12’sine girmek üzere olan bir kızım var. Allah cümlesininkini bağışlasın, pek severim. Ve ergenlik 120 km/saat hızla vurdu bize.

Boyu boyumda, 37 numara ayakkabılar, dikkafalılıklar… Ergenlik böyle bir şey. İnsan bebekçilik oynayan, bezden yeni çıkmış minnağının bu hale geldiğine inanamadığı için hazırlıksız yakalanıyor. Kimse “aman efendim ben hazırım” demesin.

Ergenlik erişkinliğin eşiği. Çocuk desen değil tam erişkin de değil ama erişmeye can atan bişey var elinizde. İnsan yaşlandıkça görüşü değişiyor. Bir bakışta aynı suratta 6 aylık halini de 16 yaşını da 66 yaşını da görebiliyorsunuz. Hologram gibi… Ya da ben mutant olduğum için görebiliyorum siz ne halt ederseniz edin. Neyse.

İki konu mühim biri, makyaj.. Daha evvel konuşmuştuk… Genç kız olmanın ikinci mühim konusu da giyim.

Hostesler neden canalıcı renklerde giyinir? Neden alabildiğine makyajlıdır?? Psikolojik etkisi yüzünden. Hayatını tehlikeye atarak uçağa binen insanlar, hostesi görünce yatışır. Tehlike anında müdahale gerekince yolculardan ayrılabilir olmalıdır bir hostes.

Mağazalarda da satış elemanları bir örnek ve mağaza renklerinde giydirilir. Müşteri bir başka müşteriye değil personele yönelsin diye.

Giyim, yani dış görünüş insanlarla iletişimimizin bir şeklidir. Sessiz konuşur ama net konuşur.

Bir bakışta manav ile aşçıbaşını ayırabiliriz. Bir bakışta kral ile dilenciyi ayırabiliriz. Tiyatroda sinemada kostüm bu yüzden önemlidir, ödüllendirilen bir sanat dalıdır.

 

Dış dünyaya vermek istediğin mesaj nedir peki? Yanlış mesaj verirsen ne olur? Toplum gözündeki imajın ne diyor?

Bunları düşünerek giyiniriz.

Yaşına ve yerine göre giyinmediğin zaman, kral değil şaklaban olursun. “HERKES” giyiyor olabilir ama bu “HERKES”in ne istediklerini bilmeyen, görgüsü eksik insanlar olduğundan olabilir, değil mi? Giyim önerilerim şu an için hoşuna gitmeyebilir ama bunu eleştiren ergen arkadaşlarına rahatlıkla “annem izin vermiyor” deyip suçu bana atabilirsin. Kötü kalpli anne olmaya hazırım.

Canım kızım…

Gardrobunu özenle düzenlemelisin. Plajda manto, karda mayo giyilmez. Ayakkabı topuğunun da, etek boyunun da, kol uzunluğunun da yerine göre, kişiye göre değiştiğini hatırlatayım. Doğduğunda kız bebeksin, büyüdüğünde de kadın olursun ama hanımefendi olmak bir seçimdir.

Dik dur, dik otur, tırnakların ve dişlerin hep temiz olsun. Bu en önemli kısım. Bunu ezberle!

Popüler olacağım diye kapkalın rujlanıp joker makyajı yapma, hiç bir zaman ağzını bozma. Dört farklı argo sözlüğüm var, iki dilde bilmediğim ayıp kelime yok. VE KULLANMIYORUM. Kendine hakim olmak ağzını tutmakla başlar.

Her zaman gardrobunda pastel renklerde bir hırka, bir yağmurluk, bir de kalın uzun manto/palto olsun. Sana en yakışan 4 rengi belirle ve alışverişlerinde o sınırlar içinde kal. Yeşil bir pantolon, lacivert bir kazak ve turuncu bir çorapla kombin olmaz.

Kıyafet eski olur, yamalı olur ama kirli ya da sökük olmaz. Düğme dikmeyi de, etek bastırmayı da, çorap yamamayı da bileceksin.

Çantalarını ihtiyacına göre seç, saçmasapan birinin imzası var diye çinde üretilen naylon şeylere yüklü paralar verme. Türk malı, uygun fiyatlı, kullanışlı güzel bir çanta alıp, öbür çantaya vermediğin parayı da içine koy. Çanta ya da ayakkabı bir mücevher değildir, tasarlanmaz. Algı oyununa gelme. Ama iç çamaşırı, evet. En kalitelisi alınmalıdır.

Öğrenci kızlar için giyim tarzının hiç bir yerinde tayt olmaz. Tayt evde giyilir, sporda giyilir ancak okulda ya da alışverişte giyilmez. Üzerine parmak ucu hizasında, dökümlü bir tünik olmadığı sürece o renkli bir kilotlu çoraptır..

Parmak ucu ölçüsü elini yanına serbestçe bıraktığında orta parmağının ucunun deymesidir. Mini etek için de boy budur; bundan kısa olan etek olmaz, kalın bir kemer olur.

Etek boyu gündüz saatlerinde dizin altındadır.  Oturduğun zaman diz kapakları görünür ancak dizüstü görünmez. Tam çizgidedir. Oturunca kendi dizini görebiliyorsan, o etek kısadır.

Öğleden sonra gidilen bir davette diz üstü eteği olan bir kokteyl elbisesi giyilebilir. Gün batımından sonra gidilen resmi davetlerde, sahneye çıkarken uzun etek giyilir.

Baldır ortası uzunluğunda etek olmaz, gömlekte yakanın ikinci düğmesi hiç bir koşulda açılmaz.

*******************

Tasma şeklindeki kolyeler çene altındadır,  v-yaka ve 0-yaka t-shirtle takılır.

Choker boyun çevresini sarar, boyun çukuruna dokunur, spor kıyafetle takılır.

Prenses kolye genellikle çok ince bir zincir ucuna çok mini bir figür/harf olarak satılır, boyun çukuru altına düşer. Alt ucu köprücük kemikleri arasındadır. Gömleklerle ve yüksek yakalı (yarım balıkçı) bluzlarla takılır.

Gerdanlık köprücük kemikleri altında, gerdan denilen bölgeye deyecek uzunlukta olan bir kolyedir. Döpiyes/ceket-pantolon tarzı kıyafetlere ya da kokteyl elbiselerine takılır.

Zincir ise, daha da uzundur, bazen biri kısa olmak üzere iki kat takılır. Dümdüz elbiseler için idealdir.

Askısız (straplez-strapless) elbiseye ASLA kolye takılmaz.

(Hiç bir zaman plastik boncuklar takma. En azından gümüş ve zarif yarı değerli taşlar tak. )

*******************

Küpe için de aynısı geçerli. Gündelik olarak sade halkalar, gece davetleri için topuz ve sallantılı küpeler.

*******************

 

Yüzük bakır bir tel de olabilir, 12 karat pırlanta da.. O tamamen kendi zevkine kalmış. Diğer mücevherlerden farklı olarak kendi göreceğin tek takın olduğundan yüzüğü kendin için seçersin.

Saat dahil taktığın materyallerin uyumuna dikkat et. Sarı metallerle beyaz metaller beraber takılmaz. Setin tamamını sadece yeni gelinler takar.

*******************

Sana nasıl davranılmasını istersen öyle giyin. İnsanları hayvanlardan farklı zannetme, hepimiz içgüdülerimizle yaşıyoruz. Bana inanmazsan bak koskoca Richard Gere son filmi için evsiz, sokakta yaşayan (bizdeki selpakçılar gibi düşün) bir adam kılığında New York’un orta yerinde oturuyor ve bil bakalım? Evsiz muamelesi görüyor.

rgere

 

Şimdi…

Ne muamelesi görmek istersin?

 

14 Yorum

Filed under aile, alışveriş işleri, çocuk, insan olmak, kültür, severim paylasirim

Hamsin, Zemherîden kemsin! yani Winter is Coming!

Eski takvime göre kış girmek üzere.. Gerçi eski takvimi bilmezsiniz şimdi siz. Aşağıya alıp zenginleştirdiğim yazıyı zamanında Eşkili Ufak Sözlük’te Kadim Antep Takvimi adı ile yayınlamıştım. Biraz da blog şenlensin..
image

 §..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§..§

Eski zamanlarda bizim insanlarımız hiç şaşmaz bir takvime bakarlardı, hava takvimine.. Yıl iki kısımdı o zamanlar.. Hızır ayları ile Kasım ayları..

Hızır ayları 5-6 Mayıs Hıdırellezde başlar. 186 gün sürer.

Kasım ayları: 7-8 Kasım’da başlar. Şubat ayı 29 çekerse 180 gün, yoksa 179 gün sürer. Son 29-30 günü baharı işaret eder artık kışın şiddeti azalmıştır, Kasım 150 yaz belli denir.

Kasımın 105’inde (20 Şubat) birinci cemre , 112’sinde (27 Şubat) ikinci cemre, 119’unda (6 Mart) üçüncü cemre düşer.(havaya, suya, toprağa)

 

 

Kış 90 gün sürer. 40 günü zemherî 50 günü hamsin.

20 Aralık: zemherî baslar. (bkz: zemheri zürefası) ..Kırk gün anlamında arapça Erbain de denir. Ocak ayı sonuna kadar devam eder. İlk 9-10 günü KARAKIŞ‘tır.

Derler ki: “Zemheride kar yağmasından, kan yağması iyi”
Zemheride yağan kar uzun zaman yerden kalkmaz, ekinler ekilemez, insanlar da hayvanlar da açlık çeker ölürler. Kan yağsa bundan iyidir….

 

1 subatta hamsin‘ler baslar. Tamamı 50 gün sürdüğünden hamse de arapça 5 olduğundan bu elli güne arapça elli anlamında hamsin denir.

Bu konudaki antep atasozü ise : Hamsin, zemheriden kemsin’dir.

4 bölümdür. her biri 12,5 gün sürer.

 

Sırasıyla

1- sad-ül debah: Kışın en sert zamanı. Arabın devenin karnına girmesi (bkz: arap devenin karnina girdi)

2- sad-ül bellah: yoğun yağmurlu çamurlu günler,  arıkların taştığı dönem.

3- sad-ül söğüt: söğüt dallarının yeşermesi

4- sad-ül kabayı: Kışın bitişi. Bununla kafiyeli olarak “sadül kâbâyi , çıkar abâyı” derler.
Bu hesapla 22 Mart’ta kıs biter ve bahar başlar. Güneş Koç burcuna girer.

Gerçi Nisan da boş durmaz, ilk haftasında bir soğuk patlatır… Kork Avril’in Beşinden, öküzü ayırır eşinden.. diye duyrulur bu da.

Dediğimi yazın bir kenara. Kış geliyor..

 

Yorum bırakın

Filed under aile, ben yazdım, kültür, severim paylasirim

Ölmek var Dönmek yok

Antep’te mumkunse her Cuma değilse bayram arefesi ve bayramlarda mezarlıklar ziyaret edilir, temizlik bakım yapılır, dualar edilir. Bu yüzden bütün çocuklar mezarlık ve ölüme aşinadır. Üç ihlas bir fatiha yollarız mezarlıktan geçerken.
Benim çocuklarıma ölümü düşen yapraklarla bile anlatmışlığım var. Özellikle cenaze arabaları gördünüz mü yolda, bu iyi bir fırsat. Değerlendirin.

 

Çok küçük çocuklar için: 4-7 yaş:

Yaşayan her şey ölür. Yenileri gelir. Bir çok insan ölür ve bir çok da bebek doğar..
Ayağın büyüyünce, eskittiğin ayakkabıyı bırakıp yenisini giyiyorsun. Onu atıyoruz . Ama ayağını da beraber atmıyoruz.

Ölünce de seni sen yapan şey, canımız, ruhumuz öbür dünyaya geçiyor.

Aynı şekilde, artık ihtiyacımız kalmayan bedeni koyacak bir yer olarak mezarlıklar var. Ve ebediyete giden de ruhumuz oluyor. (12 yaş altı için fazlasıyla soyut bilgidir)

Ölmek için belli bir sebep olmuyor.. Yaşlanmakla da ölebilirsin. Hastalanmakla da. Onu bilmiyoruz. Aynı çizgi filmin bitmesi gibi, bazı filmler uzun bazıları kısa. Ama eninde sonunda biter. Hayatımızın ne zaman biteceğini önceden bilemeyiz.

Ölen kişiyi bir daha göremeyiz. O da bizi göremez. Ama eski ayakkabını, eski odanı nasıl hatırlayabiliyorsan, onu da hatırlarsın, o da seni bilir. Dua ederiz özledikçe.

Ölenler nereye gider? Cennete.

Ölenler orada buluşur ve beraber olurlar. Cennette bütün dileklerin gerçek olur. İstediğin her şeye sahip olursun, düşünmen yeter. O yüzden çok güzel bir yerdir. Herkes sever. Bunun için dua eder.

İlkokul çağı 7-12 yaş:

Dünyaya gelişimizin bir sebebi var. İyi insanlar olmak, Allahın emirlerini yapmak ve yasakladıklarını yapmamak. Bütün bunlar Kuran’da yazılı. Yaptığın her iyilik ve yapmadığın her kötülük için puan kazanıyorsun ve bunun adı SEVAP. Yaptığın kötülük ve yapmadığın iyilikler için de – puan kazanıyorsun ki onun adı da GÜNAH.

Bütün bunlar en küçük detayına kadar kayıt edilmekte. Öbür tarafa geçince de heeepsi hesaplanacak, artılar eksiler, yanlışlar doğrular birbirini götürecek.  Ceza çıkarsa cezanı çekeceksin, çıkmazsa hop cennete. Herkes bilerek bilmeyerek günaha girebilir, mesele o günahı bastıracak kadar iyilik yapabilmekte.

Her sevabın ağırlığı farklı olduğundan günde 100 tane iyilik etmekle bir tane önemli iyilik etmek ayni değerde olabilir. Hesaplama sabitini bilmiyoruz o yüzden elimizden gelen her iyiliği yapmamız lazım. Hiç bir fırsatı kaçırmamalıyız. Allahın cömertliği sonsuzdur.

 

 

 

BONUS

Yaşam Koçu diye bir şey var da Ölüm Koçu neden yok? Ben bugün bunu düşündüm.

2 Yorum

Filed under aile, insan olmak, kültür, severim paylasirim

Disleksi ve görme (renklerrr)

Facebook’ta çocuğu disleksik olan annelerden oluşan yardım destek grupları buldum. Bir tanesi de: Her Çocuk Başarabilir (Öğrenme Güçlüğü) grubu.

Grupta geçenlerde bir yazı paylaşıldı: Reading Rainbows

Özetle diyor ki, özel öğrenme güçlüğü olan kişilerin sayfayı görür görmez uykusu gelir, esnemeye başlar. Görsel olarak beyaz sayfa üzerinde titreşen, hareket eden siyah şekiller görürler. O yüzden sayfaların koyu renk olması dikkati toplamasını sağlar.

Bunu denemek için renkli şeffaf sayfalar almış kadıncağız. Çocuğun önüne bir kitap açmış 30 saniye bir sayfa okutuyor. Çocuk kımıl kımıl, laf söylüyor eli kolu oynuyor…

Yan sayfaya mavi renk folyo koyar koymaz çocuğun görüşü acaip keskinleşiyor. Şakır şakır okuyor!

 

Hayret ettim: siz de etmek isterseniz izleyin…

 

Gruptaki annelerden biri de denemiş, önerdi. Gittim hazır da kırtasiye sezonu, migrostan renkli kap kağıtları ve bir de şeffaf mavi, çıtçıtlı dosya aldım.

Daha eline almamış olduğu, hediye gelmiş bir kitabı da önüne koydum bugün.

wpid-wp-1441875780769.jpeg

 

Kitabı ben de elime almamışım. :((( Zaten renkliymiş sayfalar!! (Resim C)

#AcabaNeden isimli bu kitap da güzel bu arada onu da önereyim.. (Resim B)

Neyse bizim okur aldı kitabı, anası da kronometreyi. Bir dakikada okunan kelime sayılarını saptadım..

Çok anlamlı bir fark göremedim. Resim A’daki muşambalar fazla yumuşak ve biraz da opak olduklarından tatsız oldu. Dosyadan kestiğim parça daha kolay kullanılıyor, hele bir de pencere açtım, (konsantrasyon zorluğu çeken çocuklar için kullanılan bir uygulama bu pencereli karton) biraz daha güzel oldu. (resim Ç.)

Şimdilik, pas geçiyorum.

Siz de bir deneyin, pahalı bir şey değil renkli şeffaf folyolar. İşinize yararsa, muhteşem olur.

Benim?

Bir sürü kap kağıdım var..

dakikada ortalama 20 kelime okuyan bir oğlum var.

benden iyisi Şam’da kayısı be!

 

 

 

 

EDİT: yazıyı yayınladıktan sonra Akademi Disleksi’nin facebook sayfasıyla görüştüm bana kendi setlerini hatırlattılar.

http://www.akademidisleksi.com/sayfa/okuma-penceresi/

Hazır renkli pencereyi yapmışlar! Daha evvel görmeliydim… (gerçi işe yaramadığında daha fazla bozulurdum)

Neticede anneler olarak, çocuklar için ne lazımsa bulmaya çırpınıyoruz işte..

2 Yorum

Filed under aile, alışveriş işleri, araştırdım, çocuk, disleksi, icatlar, ilkogretim, severim paylasirim

Sövesim var.. Sövmiycem şimdilik (Disleksi 4 ya da her neyse.. numaratör mu alalım kardeşim)

Sinirliyim blog. Sus dinle çarpmıyayım ağzına.

Hazirandan beri rapor için sekiz oldum…Oğlumun okulda başarılı (orta seviye) olması için Disleksi, DEHA, Öğrenme Güçlüğü kıvır ve de zıvır için bir özel eğitim merkezinde ders alması gerekiyor. Özel eğitim merkezleri de ders saatine 70 TELE istiyor. “Rapor al, gel bedava” diyor.. Bu durumda ipekag de gidip güzide yeni ve koskocaman Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden 182 marifetiyle randevu alıyor. İlgili randevu Haziran’ın başına. Güzel.

Çocuk psikiyartisti ile görüşüyoruz. Oğluma bazı testler yapıyor. Saat çizdirip, bir adet cümleyi yazmasını istiyor. Kısa sorularla bilgi alıyor ve bir sonraki test için bizi arayacaklarına dair bir bilgi verip bizi yolluyor.

Temmuz başına kadar kimse aramadığından kendim gidip soruyorum. Hemen o hafta için randevu ayarlıyorum. Bu testimiz wisc-r denilen kaba tabirle zeka testi. Bu test mayısta yapıldı zaten ve teşhisi konuldu. Ama ve lakin, dosyada dursun maksatlı test tekrarlanıyor (sonucun sağlıklı olup olmadığını tam bilemiyorum, 6 aydan evvel tekrarlanmaz diye biliyorum ben, çocuk soruları hatırlıyor olmalı).

Psikolog hanım bir saatin sonunda bizi geri psikiyatriste gönderiyor. Sonuçları hemen vermediğini, raporunu bir hafta içinde dosyaya ekleyeceğini, sonrası için psikiyatristimizin tekrar muayene etmesi gerektiğini söylüyor. Psikiyatristimiz (çok da efendi bir insan bayağı da gözüm tuttu aslında.. hayır benim rahmetli babam da nöro-psikiyatri uzmanıydı, olsa burda, hallolacak bütün sorunlar ama.. Emr-i hak yani) yeni bir randevu veriyor: Temmuz sonu.

Değerli günlerimiz geçiyor. Temmuz sonunda gidip görüşüyoruz. Dosya da yok ortada, rapor da. Bilgisyarda biryerlerde kayıtlıdır eminim. Niye gittik bilmiyorum. Gördük birbirimizi sadece. Bana söylediği tek şey: Test sonucuna göre evet çok zeki.  Evet performans ile sözel arasında 30 puanlık fark var. Demek ki neymiş? Özel öğrenme güçlüğü (bizim durumda disleksi) varmış sonuca göre.

He babo. Bizim de mayıstan beridir, ilk vizkar testten beridir, ilkokul birden beridir bildiğimiz bu. Teşhisle geldik zaten. Ee? Şimdi nolcak?

Yine haber bekleyecekmişiz. İkinci bir test için arayıp randevu vereceklermiş. Sıraya girmişiz.

E gün geçti, okul açılacak, bir tek ders alabilmiş değil oğlum? (benim faaliyetlerim dışında yani) İki ay boşa mı geçti? 3. sınıf kasırga gibi yaklaşmakta…

“acil notu alıyorum”

Peki hocam. Döndük dikiz aynamıza baka baka.

 

Kimse aramadı. BU defa araya torpil koydum. Oldu Eylül..Bi arkadaş gitti randevuyu kopardı. Haftaya Cuma günü 11’de.

Psikolog oturttu teste 1-1,5 saat konuştular mı ne yaptılarsa artık.. Karanlık, penceresiz ve hatta resimsiz dört duvar, havasız daracık oda. Bir masa iki sandalye zor alıyor. Daha büyük kilerler asansörler gördüm ben. Sandalye de, erişkin sandalyesi;  oğlanın fiziksel olarak rahatsız olduğunu biliyorum ama yapacak bir şeyim yok, rapor ilazım..  Neyse.

“annesi gel”

geldim.

Test sonucuna göre evet özel öğrenme güçlüğü olabilirmiş.

Yıkıldım.

Saatlerim günlerim geçti.

Raporu alabilmek için kurula girmeden önce bu testin sonucuna ihtiyaç var. O sonuç iki haftada çıkarmış. Fekat bayram giriyormuş araya. EEEEE??

E’si Ekimde bi randevum daha var.

———————————————————————–

Bak kardeşim. Benim elimde teşhis var mı? Var. Veren de uzman doktor mu? Uzman doktor. Ver geçici rapor, ön rapor.. Ertesi gün dersler başlasın çocuk ilerlesin. Kurul Raporu için de bir yandan uğraşsın anası babası.

Üç ay içinde kurul raporunu teslim etmezse şu kadar dersin parasını ödesin ilgili kişi. NİYE BEKLİYORUM BEN??????????????

Kim özel eğitim merkezinden beleş ders alma meraklısı olabilir ki?

Prosedür çoooook uzun kardeşler. Çok.

Sinirlendim.

Ha, bu var ya, sulu nimetmiş. Başka yerde her test başka hastanede her muayene bambaşka bir hastanede sonuçlar ebesinin polikliniğinde diyorlar. sinirliyim hala.

 

 

9 Yorum

Filed under aile, çocuk, disleksi, saçmasapanlıklar, saglik, soruyorum