Ne bilmediğini bilmemek çok büyük dert, üstelik sinsi bir dert. Kanser gibi, farkında değilsin ve için için yiyor seni. Şu an millet fark etmeksizin yayılmış toplum kanserinin adı cehalet. Semptomlar çok bariz:
1- Ben bilirim
2- Sen bir hiçsin
Bu ikisini diyen biri ile karşılaştınız mı, kulaklarınızı kapatarak uzaklaşın.
Bu ödüllü filmde, bireylerin şişirilmiş egoları ve sahte ifade özgürlükleri ile tıkanarak topluma nasıl kanser olduklarını görüyoruz.
Her konuda aşırı, tehlikelidir. Yobazlık ve “fikrime saygı duyacaksın” pıtırcıklığı toplumun genel iyiliğine karşı ölümcül birer hastalıktır. Bulaşımı engellenmelidir.
Sosyal medyanın birinci kuralı gereği yetişkin bir insan kendi hesabından kendisi hakkında istediği paylaşımı ya da yorumu yapabilir. Bir başkası hakkında yazıp çizdiği şeyden de %100 mesüldür. “Ben öyle demedim, yanlış anlaşıldı” gibi kıvırtmalar geçersizdir.
Sosyal medyanın ikinci kuralı: Kendi sayfanda başkasına saydıramazsın, başkasının sayfasında o kişiye ya da üçüncü bir şahsa hakaret edemezsin. Hakaretin basit tanımı: sadece küfür değil, kendi öz annenin yüzüne söyleyemeyeceğin her türlü laf ve emojidir; hakaretin “ama benim fikrim bu, saygı duyacaksın” gibi bir kaçarı yoktur.
Sosyal medyanın ücüncü kuralı: Beğenmediysen, sana göre ayıp/günah/edebe örfe aykırı/terbiyesiz/ahlaksız ya da iğrenç ise, yapılacak iki şey var.
1- engelle. bir daha görmezsin.
2-şikayet et. haklıysan yetkililer gereğini yapar.
yapılmayacak tek şey var: ağız dalaşına girmek. sana ne kardeş? üzerine vazife mi? değil. Erişkin insanların neyi nerede ne kadar paylaşacakları kendi sorumluluğudur, internetin muhtarı değilsin, KARIŞMAYACAKSIN! “bence” diye başlayan her cümle görecelidir.
Size sosyal medya hukukunu güzelce özetleyen şu sayfayı okumayı öneriyorum:
Küçük insanlara kinsan diyorum, bu adı koymamda mühim bir etken küdam fikridir ki Can Barslan’a teşekkür etmek lazım. Benim kinsanlarım ebat olarak değil fikir olarak küçükler o yüzden sadece bakarak ayırt edilemiyorlar. Bir süre konuşmaları ile insan ve kinsan birbirinden hemen ayrılıveriyor.
Bu yazı istediğim kadar hafif olacak mi şu an bilemiyorum.
Hayal edin: Bir masanın önünde oturmaktasınız. Onunuzde bir kutu var. bir karışlık bir şey. Ayakkabı kutusu kadar diyelim.
Ne var içinde?
Sizce?
Ne renk, dokusu nasıl? Elinizi kutuya soksanız sıcak mıdır soğuk mu?
Kutuda MUZ var bir tane.
Dünyanın her yerinde tanınan bir meyve. Adını her dilde farklı söyleseler de kime göstersen muzun muz olduğunu bilir.
Bu bir GERÇEKtir. Önemlidir.
Muz sevmem, illa sarı olacaksa limon olsaydı, muzu buzdolabına koyarsan uzun dayanır, hayır oda sıcaklığında durmalıdır, muzu alttan açmak lazım, hayır efendim sap kısmından soyulur, benekli muz lezzetlidir, iri muz daha faydalıdır, muz çok lezzetlidir, üzüm dururken muz yenmez….
Bunlar FİKİRdir. Başına “bence” kelimesi gelebiliyorsa görecelidir, izafidir, her yerde aynı değildir. O zaman önemi yoktur. Geçersizdir.
Fikirlerinizle gerçeklerinizi oturup bir sayın. Kafa adlı kutuda sadece gerçekler olsun.
Bir örnek: Ben çayı şekersiz içerim. Eee noolmuş? İç. Bunu konuşmayız. Bize bir faydası yok bu bilginin. Kutudan dışarı.
Sosyal medyada bunu belirtmek balkona çıkıp bağırmak gibi. Bize ne? Kendi balkonuna çık bağır mahzuru yok.
Bunu BAŞKASINA yorum olarak yazıp “fikirlerime saygı duyacaksınız, düşünce özgürlüğü var” diyemezsiniz.
O fikir senin fikrin, otur kendi sayfana yaz, çiz, fotoğrafını çek isteyen baksın. (bakınız ben). Budur düşünce özgürlüğü. Gelip benim sayfama öyle yorum yazamazsın. O benim özgürlüğüme müdahaledir, özgürlük alanımı çiğnetmem.
Bugün size online kâr yöntemi öğreteceğim. Buyursunlar:
#ipeksabun için bir hat aldım. eski bir telefona taktım artık whatsapp üzerinden ulaşılabiliyorum . 0533 14 44 988 benim Alo Sabun hattım artık. İşte bir yandan da instagram sayfamla uğraşıyorum: takipçiler mühim elbette.
Bir bakıyorum on kişi artmış bir bakıyorum üç kişi takibi bırakmış.. E ama ben ona mı bakıcam işime mi bakıcam deyip bir app yükledim…
InstaFollow güzel bir takipçi takibi programı. Akşam alıyorum ele, kim takipten çıkmış şakır şakır görüyorum. Ama Fakat engelleyen de olmuş artık derdi neyse.. Uygulamanın malesef engelleyeni gösteren şeysi dahil en kullanışlı yerleri ücretli.
Derken aklıma gelen bir şey oldu: Android kullanıcısı iseniz Google Play için her hatta bir miktar para hediye ediyor TurkcellTurkcell.
Henüz kendinizinkini kullanmadıysanız : Google Play yazıp 2222’ye yollayın. 3 TL bonus hesaba yükleniyor.
Sonra da Google yazıp 5521’e gönderin, böylece hattınızı mobil ödemeye tanımlıyorsunuz. {Yani google play’den bir şey satın almak isterseniz Turkcell hattınızın faturasına yazılıyor ay sonunda faturadan ödüyorsunuz. Evet satın almalık gayet güzel uygulamalar var.. }
Bu işlem sonucunda da 10 TL tanımlanıyor. Kısa günün karı, bedava aldığınız 13 liranızı google üzerinden güzel güzel harcıyorsunuz.
Ben öncelikle İnstaFollow’un ücretli versiyonunu aldım. Siz oyun mu alırsınız ne yaparsınız bilmem, önerilere açığım. Yorum olarak ekleyin bence burada bulunsun indirilmesi şart uygulamalarınız.
Bir adım ilerisi? İlgilenen herkese enpara.com uygulamasını öneririm. Havale EFT ücretsiz, dertsiz tasasız bankacılık. Ben çok memnunum. Ayın enparalısı uygulamasıyla da kitaplar online müzik ve online eğlence %50 indirimli satın alınabiliyor.
mail adresi bırakırsanız (burada yayınlamadan) sizi sisteme tavsiye edebilirim ve her tavsiye için adıma bir de AÇEV’e bağışta bulunuyorlar. İnsanın sevesi geliyor bankayı..
Biyonikkedi diye bir hesap var. Deli bozuk, önüne gelene #pismikroplar diyerek içimi soğutan şeker bi kadın. İki kızı bi evi bi kocası, köyde bir takım akrabaları var. Çok romantik bir ana baba.. Almanyada bir bacı.
Hayatını az çok beraber yaşıyoruz. Günlük paylaşımları kaliteli mizah iceriyor. Bazen “hayırlı cumalar” modunda #cubbelibiyo oluyor bazen instagrama kartpostal sahteliğinde ev fotoğrafları koyan ahmak #pembikgeberikgelinler’e ayar veriyor.
Du.
Kızı kapadılar.
Bi iki uyarı aldı evvela. Çok kişi etiketliyor ona buna cevap yetiştiriyor diye.. onbinlerce takipçin varsa o laf yetişecek arkadaş ne var bunda?
Sonra da kesip attı instagram.
Ya hesabı geri alacak, ya çakma hesapla devam edecek ya da yeni hesap açacak.
Ama olan, onca resim altı yazıya olacak. Gitti dönmez, uçtu konmaz…
Yel üfürdü, sel götürdü..
*-*-*-*-
Lanaman, bizim de az çok resmimiz neyimiz var instagramda.. Babasının oğlu değilim ki siler atar bi gün kafası kızar…
Yiter giderse yazık olur. Biri bir yedekleme (back-up) uygulaması yapmıştır belki dedim.
İki üç çeşit uygulama var.
Bir kısmı telefon için bir kısmı internet üzerinden çalışıyor. İlkin üye oluyorsunuz ve sonra instagramda yayınladıklarınızı dosyalayıp size geri sunuyor.
İnstagramın kendi ayarlarında “asıl fotoğrafları kaydet” ayarı var zaten. Resim zaten telefonumda, bir de instagram klasörüne tekrar kaydediliyor telefon şişiyor.
neyse artık.
bu işlem için kullanılabilecek:
İnstaport var mesela. İster tümünü ister seçtiğini zipleyip indiriyor.
Şu an garip garip şeyler indirip siliyorum hiç birini beğenmedim.
Oraya buraya fotograflarıma ve kimbilir daha nelerime erişim izni vermek istemiyorum.
zaten hiç biri de metinleri, etiketleri ya da yorumları kaydedemiyor.
Cok karisigim sozluk. Ay aman blog.
Kafamda deli sorular olma hali.
Kirkimdan sonra asik oldum. Hep “yapmak istedigim isi” yapmak isterdim. Hic sevmedigim bir isi yapiyorum. Yapmak istedigim isi ancak buldum. Sabun. Sabun yapmayi seviyorum. Cok seviyorum. Hayatimin kalanini sabun yapip satarak gecirmek istiyorum.
Henuz ne bir logom, ne fontum, kurumsal renklerim, ne bir internet sitem.. aa dur adim bile yok.
Hersey havada.. fakat öğrendiğim bir şey var : “getting ready to get ready” insana ket vurur. O yüzden “istimi arkadan gelsin” diyorum. Ben hazırım.
Ben yapiyorum. Satiyorum. Süreç instagtamda belgesel gibi ilerliyor.
Bugün nisanin başı. Dogumgunume az kaldı. Bu yil ben de sabunlarimla doguyorum.
Bu uğurda fedakarliklar yapiyor, aletler edevatlar, fikirler aliyorum. Arastirmalar denemeler yapiyorum.
Ambalajdan etikete calisiyorum, uretiyorum. Blenderin dugmesine basinca, yagin icinden yukselen sabunu görünce heyecan duyuyorum.
Her kullandigimda mutlu oluyorum. Sabun konusup sabun anlatmaktan bikmiyorum.
Sabunun kitabini bile yaziyorum!
1990’dan beri butce idare eden, ticaret yapan biri olarak benim iyi oldugum konular var. Ugrasip bellemem gerekmiyor işletmeyi. Ama… cabalayan arkadaslari görüyorum instagramda. Onerim su:
Bir girisimciye destek olun. Cevrenizde birseyler üretip utana sıkıla satmaya çalışan kisinin bir ay da olsa takipcisi olun, size lazim olmasa bile; ilk ürünlerinden satın alın. Öven yorumlar yazın. Bizim icin dünyalara bedel o her bir beğeni, her bir ❤.
Kiran kirana pazarlik etmeyin. O bir lira indirim sizin kârınız degil, bizim zararimiz oluyor. Kimsenin verdigi fiyat yüksek değil. Aldigini ürüne cevirip fiyat koyan sanatkâr/zanaatkâr ile pazarlik ayıptır. Paran yoksa almazsın. Hele dh ölücüsü hiç olmayın.
O ilk satis cok onemli. Neden esnaflar siftah parasini cerceveler asar bilmezsiniz. Biraz duyulunca isler rayına oturur, duzenli müşteriler olur, o kadın harçlığını çıkarmaya baslar ve inanin insanin içi ısınır. Ama iste o ilk gunler bekledigi, umdugu destek gelmeyince solgunlasiyor hesaplar.
Bir ureticiye el verin. Destek sizden gayret bizden. Hem hayatta hem Instagramda kadin girisimcilere bol sans: ✔
Oyuncu Anne olarak bildiğimiz Şermin Çarkacı (ÇAKRA değil Çarka, düzgün oku) birbirinden güzel fikirleri, olumluluğu, inci gibi dişleri ile sosyal medyada yepyeni ve bu sefer iyi bir fenomen.
Çocuk da yapmış kariyer de, evli mutlu çocukluluğu böyle bir eltisizlik, görümcesizlik kıvamına taşımış sanki. depdeğişik bir insan. Bayağı bildiğin insan vasfı o kadar bariz ki kendine bir çekidüzen veriyorsun okurken, içine ferahlık mutluluk doğuyor.
Üretken de bir insan. Çok güzel iki kitap yazdı annelik üzerine. Çocuklarıyla beraber anlattıkları masallardan birini de çocuk kitabı olarak yayınladı. Yayınevi olarak Elma yayınevini seçmiş olması bile artı. Okura saygısı, fikirlerine ilgisi olan, Şerif İzgören’le “yok artık” denilen ama olması gereken bir şeyler başarmış bir yayınevi. Araştırın işim var.
Şu kadarını söyleyeyim, çocuk kitabı olan “Çok Hayal Kuran Çocuk” hakkında daha doğrusu kullanılan fontlar hakkında bir eleştiri yönelttim. [Malum oğlum dislektik ve “elinde alet olarak bir tek çekiç olan adam herşeyi çivi görür” derler, ben de o açıdan bakıyorum çocuk kitaplarına] ve editörden gelen yanıt şu…
RE: Çok hayal kuran çocuk kitabınız
1/22/16
Merhaba İpek Hanım,
Öncelikle düşüncelerinizi bize ulaştırdığınız için teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Söz konusu kitabımız okul öncesi yaş grubu özelliklerini taşımakta olup bu yaş grubu için tasarlanmıştır. Hitap edilen yaş grubunun gereği olarak ebeveyn okumasına ihtiyaç duyulan bir çalışma olduğu için çizimler ön planda tutulmuş, çizimlerin önüne geçmeyecek sadelikte bir font seçilmiştir. Bununla birlikte, ilköğretim çağına yönelik çalışmalarımızda tırnaksız fontlara sıklıkla yer veriyoruz. Örneğin, dün öğrendik ki “Portakallı Kurabiye Sokağı” isimli kitabımız, daha önce hiçbir kitabı sonlandıramayan disleksik bir miniğimiz tarafından okunmuş ve çok sevilmiş. Bu şahane bir olay. Gereken hassasiyeti göstermeye devam edeceğimizi, bu konuyu aklımızın köşesinde daha geniş bir koltuğa oturtacağımızı tüm samimiyetimizle belirtmek isteriz. Paylaşımınız için tekrar teşekkür ediyoruz.
Kolaylıklar.
Gel de sevme..
Şimdi o kitapla beraber ilk okuduğum “Başlarım şimdi anneliğe” kitabımı da açık arttırmaya bağışladığım için, kitaba dair iki üç notum var onu da şurada paylaşmak istedim..
1- Kitapta fotoğraflara yer verilmeli. Örneğin “uyku için alet edevat” bölümünde gerçekten de bazı fotoğraflara ihtiyaç var. Hiç bilmeyen anne adayı olsaydım okuduklarımın resmini görmek isterdim.
2- kişisel önerim: çocukları sallamayın. sallamadan uyumaya alıştırın. uyku rutinini erkenden, ilk aylardan kurun ve sürdürün.
3- yine uyku bölümüne itirazım: sessiz ortama da alıştırmayın. kapı da çalar telefon da çalar. normal ev sesi içinde çocuklar gayet güzel uyuyabilirler. Kendi hayatınızı kısıtlayıp gerginleştirmeyin, parmak ucunda yürümeyin kendi evinizde. kızım davul zurna çalınırken mışıl mışıl uyudu arkadaşım.
4- hastane seçimi: eve en yakın hastane en iyi hastanedir. keza eve en yakın okul da en iyi okuldur.
5- ilaç içirme bölümünü komple atınız. o iş öyle olmaz. tadı gerçekten fena olan bir adet antibiyotik dışında bütün şurupları telaşe yapmadan, gaaayet cool bir şekilde muhallebi yedirir gibi içirmelisiniz. siz panikler “ay içti ay tükürdü, ay yuttu vay yutmadı” diye zıngırdarsanız çocuk da “lan telaşa mahal var demek” diye azar. En iyi tiyatrocu kimse o geçsin şişenin başına, tek hamlede ve soğukkanlılıkla normal normal içirsin şurubu ve öyle devam edin. Profesyonel görüşüm:
a) şuruplarınızı buzdolabında tutun. Serinken tadı pek hissedilmez.
b) Aç karnına verin şurubu, kusarsa zaten hasta hasta yedirdiklerinizi de çıkarmasın yazık günah.
c) tadı kötü olandan iyiye doğru verin son verdiğiniz en tatlı olanı olsun. genellikle ağrı kesici ya da vitamin olabilir. bir parça pekmez bile olur son kaşık. böylece neye uğradğını şaşırsın.
6- doğal gıda kısmına hiç girmeyelim. eline ne verirsen onunla devam ediyor. Öyle “ilerde nasıl olsa kontrol edemeyeiz” yok. evde kola içmeyiz içirmeyiz. 12 yaşında kızımız ve kendi başına kaldığında da arkadaşları ne kadar içerse içsin kola tercih etmez. Ayran içer, su içer, pek pek ice tea içer.
7- Kitabın altın cümlesi sayfa 102’de yatıyor. aslansın oyuncu anne.
8- Deterjanları gizlemek yetmez. Aklı erer ermez, ambalaj etiketlerini belletmelisiniz. Kimyasal ürünlerin üzerinde uyarı işaretleri gayet barizdir ve okumak gerekmez. Dev bir X işareti, Alev sembolü vb uyarılara her seferinde dikkatini çekin. Deodorant ve şampuanlarda bile işaretler vardır ama biz körleştik göre göre. gösterin ve belletin. tabii ki el altından kaldırın kolay ulaşılabilir kaza unsuru yaratmayın kendi elinizle de.. yine de sizin evde olmaz başkasında görür. cahillik başa bela. öğretin korusun kendini.
onun dışında yeni annelere ve anne adaylarına eski bir yazıyla selam ederim. Bebek Çeyizi
İkinci kitabı da okurum yakında :)) iyi ki varsın oyuncu anne! Allah seni ve eşini çocuklarının başından eksik etmesin. Eline koluna derman versin yazmaya devam et.
İnstagramın bana iki artısı oldu. Bloga yazarken resim eklemek zorunda olmaktan sıkılıyordum. Sıkılmak ne kelime, fotoğraf çekmek zor ve tatsız bir şey benim gibi aceleci bacıya. Çekmekle kalmıyor bir de editlemek zorunda kalıyorsun ki iyice evlere şenlik. İçlerime fenalıklar geliyor fotoğraf denilince. Millete yazar bloku gelir, benimki fotoblok. (pun intended) Konu bol, yazasım var görsel tıkalayamadığım için koynumda kalıyor diyeceklerim. Hooofffsssfff.
İnstagram çıktı blog ferahladı. Yemişim resmini (aradaki farkı biliyorum fotoğraf yazmaya bile üşeniyorum o derece) deyip elime geleni her çektiğimi koyabildiğim acaip özgür bir mekan oldu bana, blog da amacına döndü, web-log olarak hizmete devam. Arada bi yerde zahmet eder foto girersem şansa artık. Oh be yaz gitsin artık. “Ben pastacıyam??” (*)
Ortabirde miydim neydim babam bana bir Commodore 64 aldı geldi yaz tatili hediyesi. Oturup basic bellemek zorunda kaldığım o yılların da güzel anıları var tabii de.. Bin yıldır filan elimde klavye var demeye getiriyorum. Uzuuuun zamandır “tıkırdayan klavye” arıyordum kendime.
Hop burada bir saplama yapayım. Teknomarketlerde nerede vasıfsız eleman var onu işe alıyorlar birader. Adam, adlı adınca söyledğini ürünü anlamaktan aciz. Tarifle bir şey bulduırmama imkan yok. Var olduğunu bildiğim ama adımı bilmediğim cihazı elde edebilmek için neler çekiyorum… Üstelik bir de göz faktörü var. On bin yıl önce Nasreddin Hocamın da isabet buyurduğu üzere dünya da “ye kürküm ye” dünyası olduğundan, karşıdan orta yaşlı, tombul, başıbağlı bir teyze (kapalı değilim ama saç dökülmem yüzünden bir tür türbanla geziyorum bir kaç aydır) yaklaşırken bütün elemanlar toz oluyor arkadaş. Lan ben senin yaşın kadar teknoloji biriktirdim evde. Ülkede kimsede olmayan cins cins edevat var bende.. Mal. Zannediyor ki “oğlum gözüm seçmiyor şu telefona bi bak bakalım eltim mi aramış” diye yapışacağım olmadı tansiyonumu ölçtüreceğim. O bakımdan binadaki en yetkili kimse önce ona yanaşıp derdimi anlatıyorum o müdür müdür artık kimse, birini koltuğunun altına kıstırıp bana veriyor aradığımı buluyorum. Daha geçen hafta bana üzerinde ayı kadar USB yazan cihazı “blutut abla valla” diye satmaya çalışan teknosa personelini de buradan anayım. İt. Neyse..
O değil de ben biraz da eli işe yatkın olduğumu düşünürüm. Koçtaşa bayılırım mesela. Arada girer onu bunu ellerim. Başka kadınların English Home’da, Coco’da mocoda aldıkları keyfi ben nalburda alıyorum evet. Doğumgünümde silikon tabancası, evlilik yıldönümümde kumpas hediye edilmiş insanım ben :))) Neyse işte orada da aynı tiple gözüktüğümden (şu Suretler filmi gerçek olsa ya. ((ya da ben azıcık kilo versem ))) personel çok yetkin olmasına rağmen beni küçümsüyorlar. “Elinin hamuruyla..Kadın haliyle” bakışı var. Bir tane tane izahları.. Bir gözlerini kaçırmaları. Of ya. Oralarda da “ben bilmem beyim bilir”e yatıyorum mecburen… “sipariş” diyorum “ben anlamam ama.. ” diye konuşuyorum. Arada “e o lehim şu havya” filan kaçıyor ağzımdan, erkeklik gururlarına halel geliyor. Muhaha. Nadiren beni ciddiye alıp derdime derman olan personel çıkyor. Oralarda en yaşlı elemana yanaşmayı öneririm. Gençler cins. Tam da bu yüzden artık A’dan Z’ye herşeyi internetten alıyorum. :( “Profesyonel olmayan Personel”le muhatap olmayı sevmiyorum.
Konuyu nerelere götürdüm ya. Tıkrıdayan klavye başlığıyla satılan bir şey yok malesef. Geçenlerde bir gece, instagramı fethetmeyi bitirip sözlüğe geçtim, “Arif’in manchestere attığı golü ararken” klavyemi buldum.. Adı mekanik klavyeymiş. Bir sevindim arkadaş… Ara tara namussuz şeyin şu an kullanılan silikonlu klavyelerden daha iyi olduğundan, tepki süresi bilmemne işte, özellikle yazarlar ve oyuncular tarafından tercih edildiğini, oyuncu klavyelerinin özellikleri yüzünden deli pahalı satıldığı, yazar klavyesinin de talep olmadığından ithal edilmediğini öğrendim. Bi haltı da kendimiz üretemiyoruz. İthal temiz iş. taş atmadan kol yormadan bi ton vergi uçlamıyoruz tabii ben olsam ben de üretmem. Vjjt geri, mekanik klavye anasının nikahını istiyor beyler.
he.. peki. e ne edek? tanıdık bir gamer kid var, anasına sordum, “oğlun bilir bu işleri, nereden ucuza mekanik klavye bulurum bacım” diye… E bizde var dedi kendi klavyesini yolladı bana.
Bu ve bundan sonraki yazılarımı yazacağım bu muazzam tıkırdayan klavyemden herkese selam ederim. Allah bin kere razı olsun @gazelvakti. Alışma dönemim geçsin bak sen o zaman gör beni.
(*) Antik fıkradır, Ermeni aksanı ile okuyunuz.
Agop’la karisi Haykanus kahvalti ediyorlarmis.
Haykanus sormus:
– Sular akmoor Agop, bir bakarsin?…
– Nereden cikarirsin simdi Haykanus, ben muslukcu ?
– Peki havagazini kontrol etsen.
– Zanim, ben tesisatci?
– Agop, elektrik dugmesi de bozulmustur.
– Yeter artik Haykanus…
Agop aksam eve geldiginde bir bakmis ki butun aksakliklar onarilmis. Merakla sormus Haykanus ‘a:
– Canim karim, kime yaptirdin bunlari?
– Kirkor ‘a rica ettim beni kirmadi.
– Ne?… Kirkor mu? O dunyanin en kotu adamidir. Karsiliksiz bir sey yapmaz.
– Evet bana ” ya benimle yatacaksin ya da bana pasta yapacaksin” dedi
– Guzel…Pastayi neli yaptın barim?
– Ah Agop, nereden cikarirsin bunu? Ben pastaci?…
Freecycle İstanbul’un moderatorü ve sağlam gönüllüsüyüm. İkinci el kullanmaya hem kaynaklar ve çevre açısından hem de ekonomi açısından itirazım yoktur. Yanısıra evde gereksiz yere tutulan, kullanılmayan herşeyin başka insanların işine yarayabileceğini bilerek kilit altında tutmaya dayanamıyorum. Evi tıklım tıkış etmesi, toz tutması,feng-shui’ye göre de daraltması huzuru kaçırması da cabası.
Hadi bir de klişe atayım:
Edward Norton The Fight Club/Dövüş Klübü filminde der ki; “SEVMEDİĞİMİZ insanları etkilemek için, SAHİP OLMADIĞIMIZ parayla, İHTİYACIMIZ OLMAYAN şeyler alıyoruz”
Alıyoruz yani, yalan yok.
derken bu yıl almıyorum’u keşfettim daha da iyi geldi…
Laf lafı açmasın. Geçen yıl kendime gizli bir instagram sayfası açtım. Kimsenin bilmediği. Sıtkımın sıyrıldığı bütün ev eşyasını dağıtmak üzere. Hesabın adı “Ne Var Ne Yok Dağıtıyorum”du. Kendisine bir de blog açtım, yazdıklarımı buraya aktaracağım.
Bir yılda sadece bir kere yakalandım. Kim olduğumu anlayan tek kişi çıktı. Satış işinden insanlar, numaramı kaydetmişler, “ama bende nvny ipek olarak kayıtlısınız” dedi. “O hesap da benim, sırrımı sakla” dedim geçtim. Sırrımı sakladı sağolsun.
Bir kez de kendim itiraf ettim. Her iki hesabımda da izlediğim Kedimle Öğreniyorumla iki hesaptan da samimi olduk. Bir gün “ben kimim bil” diye mesaj attım ve itiraf ettim: “ipekag” ama nasıl inandırsam da bilemiyorum o an. İnandı. “Başka deli yok ki” dedi. İyi kızdır.
Yıl ortasında hesabın adını değiştirdim. Şu an başka isimde bekliyor. Bir yılda yüzlerce kargo yolladım. Sadece dört-beş tanesi geri döndü. Genelde insanlar sözlerini tuttular. Bir kere dolandırıldım, bir kere de dolandırılmaya çalışıldım ama ben kendisini oynattım. (onu da yazayım bak)
İnstagram ilginç bir olay
2000 kişiye ulaştı takipçi. Gayet iyi.
Sizi o blogla baş başa bırakayım…
———————————————————————————————
23 Aralık 2014 Salı
Ne Var Ne Yok Nedir?
“Kediler ve çingeneler teker teker gezerler böylece aslında sayılarını asla bilemeyiz” derler.
2014 bitiyor ve fark ettim ki evimde her yere eşit miktarda dağılmış ıvır zıvır var. Atsan atılmaz satsan satılmaz.
Ciddiyim atamıyorum çünkü severek hatta az çok para vererek alıyor insan, ama hiç kullanılmadan beklemekte bir köşede.
Ya da hediye gelmiş. O tamamen ayrı bir konu zaten. Kullanacağım bir şey değil ama öylece ortada durmakta.
Üstelik yaş kemale erdikçe, biraz da felsefe yapıyor insan. Hayat cikletten çıkan ve sağa sola kımıldattıkça üzerindeki resmin hareket ettiği algısını veren kartlar gibi. Kart aynı, resimler baktığın yere göre değişiyor. (lenticular pictures)
(Kızımı düşünüyorum.) Çıplak gelip bir bavul dolusu zıbınla başladığımız hayat biriktire biriktire ilerliyor. Her ihtiyacı mutlaka başkası tarafından karşılanması gereken bebekler olarak geliyoruz.
Zamanla doluyoruz. Çekmeceye, dolaba, odaya, sonra eve.. Sonra sahip oldukların sana sahip olmaya başlıyor. Tıka basa dolduruyorsun bir evi.
(Nenemizi düşünüyorum )Sonra yaşlanıyorsun. Bakıma ihtiyaç duydukça küçülüyor hayatın tekrar.
Belki de çocuklarının yanına yerleşmen gerekiyor. Önce bir odaya sonra bir yatağa iniyor yaşam alanın. Çıkıp bir çorap alamıyorsun kendine. Söylüyorsun birileri getiriyor bir yerlerden.
(..iiİİii..) gibi bir eğri işte.
(Kendimi düşünüyorum) Hayatımda en az iki kere sıfırdan başladım. Maddi olarak sahip olduklarımı geride bırakıp tekrar biriktirdim. Yeniden aldım yeniden sakladım herşeyi.
On kere filan taşınmışımdır. Taşınırken ayıklayıp attıklarımın yerine yavaaşça hissettirmeden yeni şeyler geldi.
Kıyı bucak birikti kaldı. Ve ben rahatsız olmaya başladım. Bunların değerlendirilmesi lazım.
Ve de dağıtıyorum!
Her gün rastgele bir odaya, bir köşeye dalıyorum, çamaşır sepetini önüme çekip çekmeceyi açıyorum, “aman bir gün lazım olur dursun” demiş olup da altı aydır kullanılmamış HERŞEYİ çekmeceden sepete alıyorum.
Sonra fotoğraflayıp instagramda paylaşıyorum. Kim isterse, kaç tane isterse kargoya veriyorum gidiyor.
Haberiniz olmadan bilmediginiz insanlar sizi eklemisler de duvarinizda gerekli gereksiz reklamlar paylasimlar mi goruyorsunuz?
Tarayicidan instagrama giris yapin. Asagidaki tick’i kaldırın.
;)
Yeni bilgi : son günlerde eklediginiz uygulamalarla instagramda sizin adiniza otomatik olarak gonderim yapmaya yahut tanımadığınız profillere takipci olmaya izin vermis de olabilirsiniz. Uygulamaları silip dikkatle tekrar kurun.