Tag Archives: masal

İki Arvad Masalı – İki Karısı Olan Adam

Bu masal antep masalıdır. Eski ve güzel bir masaldır. Haticeye değil neticeye bakanlar için alınacak çok ders vardır. Tam olarak antep ağzı konuşabilen birinden dinlerseniz, gülmekten bayılırsınız. Ben sadeleştirerek yazacağım. Başlıyorum:

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken, ben babamın beşiğini tıngııır mıngır sallar iken….

Bir köyde bir adam varmış. Her sabah, camiye erkenden gidermiş. Ama ne kadar erken giderse gitsin illa ki kendisinden çok daha önce gelmiş olan bir başka adamla karşılaşırmış. Bir türlü en erken gelen kişi olamazmış.

Gel zaman git zaman adam çok merak edip sormuş:

-Hemşerim sen nasıl oluyor da bu kadar erken geliyorsun camiye?

Adam da cevap vermiş:

– Benim iki arvadım var. Her sabah biri uyandırmasa diğeri uyandırır, erkenden gelirim camiye.. erken gelmek istersen al bi arvat daha..

Adamın aklına yatmış bu fikir. Bi kadın daha almış.

Aaa, o da ne? kadınlar bir türlü anlaşamıyorlar. Her konuda her an kavga eksik olmuyor evden… “bana onu aldın, öbürüne çok aldın, bana öyle öbürüne şöyle” derken herifin de tadı tuzu iyicene kaçmış.

Kadınların dırdırı adamı yemiş bitirmiş, evde duramaz olmuş. Öyle ki camiye diğer adamdan da erken gelmeye başlamış!

“ikinciyi al” diyen adam sormuş

– Ee, nasıl oldu da benden de erken gelir oldun birader?

Bizimki açmış ağzını anlatmış hallerini:

BİRİNE ALDIM ASTAR , ÖTEE HAMO BEZİ İSTER

YARABBİ İKİSİNİNDE ÖLÜSÜNÜ Bİ GÜNDE GÖSTER

YANDIM İKİ ARVAD ELİNDEN, İLLE DE BÖYÜGÜN ELİNDEN

BİRİ SAĞ YANIMDA YATAR, BİRİ SOL YANIMDA YATAR

SABAACE SAHALIM TÜHRÜĞE BATAR

YANDIM İKİ ARVAD ELİNDEN, İLLE DE BÖYÜGÜN ELİNDEN

BİRİSİNE ALDIM EDİK, ÖTEENE DE SO’NA ALIYM DEDİK

SABAACE KÖTEK YEDİK

YANDIM İKİ ARVAD ELİNDEN , İLLE DE BÖYÜGÜN ELİNDEN….

diye dert yanmış …

 

 

Benim bildiğim yukardaki gibi ama, şiirin farklı versiyonlarını da buldum netten onları da ekliyorum..

Hey ağalar için için

Ben ağlarım için için

Avrat beni döğeyazdı

Kaburgamı kırayazdı

Onlar iki ben bir tane

Farş malamat olayazdım

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Ciğer çengelde kurtlanır

Gömlek sırtımda bitlenir

İki çengi nisbetlidir

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Biri sağımda yatıyor

Biri solumda yatıyor

Sakalım tükürükten batıyor

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Büyüğün adı Hediye

Küçüğün adı Tutiye

Haftada giderler kadıya

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Çökelek koydum tirkiye

Ne bahanem var türküye

Dağda tülenmiş tilkiye

Döndüm iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Büyüğü kazan karası

Küçüğü ciğer yarası

Allah ikisini de alası

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Arabanın köpün sökünce

Kapıdan yanımı kesince

Sol tarafıma vurunca

Bağırsağımı yırtayazdı

Onlar iki ben bir tane

Farş malamat olayazdım

Hey ağalar hey ağalar

Avrat beni döğeyazdı

Çekti bıyığımı kopardı

Sakalımı yolayazdı

Eşeğe biner eşerim

Karlı dağlar aşarım

İkinizi birden boşarım

Yandım iki avrat elinden

İlle büyüğün dilinden

Yandım İki Avrat Elinden

——————————————————

İki evliler arsız olur
Özü gözü nursuz olur
Ölende imansız ölür
Yandım iki karı elinden

Büyüğün oğlu uşağı
Küçüğün koka döşşeği
Olmuşam hammal eşşeği
Kime derler ne getirdin

Orta kapıyı ben açtım
Onlar döğüştü ben kaçtım
Ettiğim işlere şaştım

Yandım iki karı elinden
İlle büyüğün elinden

Yük yığarlar yük üstüne
Döğüşürler baş üstüne
Beni de küçüğün üstüne

Yandım iki karı elinden
Hele büyüğün dilinden
İlle küçüğün elinden

Aş pişirir gamga ile
Tuz atarlar önge ile
Getirirler kavga ile

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

İki avrat mantı pişirir
Mantının suyun taşırır
Ben yimem karnım şişirir

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

İki avrat hamur açar
Kuması tozunu saçar
Herif de dışarı kaçar

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

Alttaki avrat yaşmak ister
Üstteki avrat boğuşmak ister
Herif oradan kaçmak ister

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

Birine aldım alaca
Biri peçe istiyor karaca
İkisine bir salaca

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

Bir ciğer aldım kurtlandı
Sırtımda gömlek bitlendi
İkisi de birden inlendi

Yandım iki avrat elinden
İlle kumanın dilinden

——————————————————-

Birine aldık bir edik

Ötekine de alalım dedik

İki avrat aldıkta bir halt mı yedik

Geralim hey hey

Geli geliver kız sekerek

Boğazına dursun hamçökelek(3)

Avradın kötüsü kötüden kötü

Dolapta kokutmuş yüz dirhem(4) eti

Başına düşürmüş sirke(5) ile biti

Yandım kötü avrat elinden hey

Geli geliver kız sekerek

Boğazına dursun hamçökelek

Gerali dedikleri de bir ala dana

Çekmiş bıçağı çıkmış meydana

Birinin adı Hediye, birinin adı Dudu’ya

Yandım iki avrat elinden hey

Geli geliver kız sekerek

Boğazına dursun hamçökelek

Gır(6) atıma biner karlı dağdan aşarım

Canımı sıkmayın avratlar da

İkinizi birden boşarım

Yandım iki avrat elinden hey hey

Geli geliver kız sekerek

Boğazına dursun hamçökelek

Reklam

1 Yorum

Filed under aile, araştırdım, insan olmak, kültür, severim paylasirim

Anneannemden Masallar -iv- Arifin Tarifi

i,ii,iii,v

Adamın biri mutluluğun sırrını arar dururmuş. Köy köy, kasaba kasaba gezer civarın en yaşlı insanlarıyla sohbet edermiş. Arar dururken, ihtiyar bir adamla karşılaşmış. Adam saçı sakalı ağarmış, beli bükülmüş, dişi dökülmüş bu ihtiyarın yüzündeki mutluluğu görünce, aradığı kişiyi bulduğunu anlamış.

Yaşlı adamla tanışmışlar. Hatta yaşlı adam bizimkini evine davet etmiş. Evde de onları yine yaşlı mı yaşlı, dizinin dermanı kaçmış ama gözünün feri uçmamış bir kadıncağız karşılamış. Misafiri görünce, zaten güleç olan yüzü bir kat daha ışımış kadının.

Hemen beylere yer göstermiş tertemiz odada. Peykeye kurulmuş adamlar ki hemen kahvelerini ikram etmiş, yanı lokumlu. Mutluluğun formülünü arayan adam, derin bir nefes almış. Bu basma perdeli fakir ev, evdeki yaşlı karı koca huzur ve mutluluk saçıyorlarmış etrafa.. Uzun lafın kısası, adam niyetini açmış, dede de ağzını: “bak oğul, benim hanım taa ilk evlendiğimiz günden beri her sabah özel bir karışım hazırlar. İyi dinle, iyice anla: Bir bardak ılık, ballı,tarçınlı süt. Her ama her sabah ağzım tatlanır, içim ısınır. Keyfim yerine gelir. Benim keyfim gelince, günüm iyi geçer, benim günüm iyi geçerse hanımın da yüzü güler elbet. Birbirimizi hoş görürüz, hoş tutarız beli, lakin mutluluğumuzun sırrı da bu sütte gizlidir.”

Adam hemen eve koşmuş, hanımına anlatmış: “Bundan kelli her sabah bana ılık, ballı, tarçınlı süt getir kadın. Mutluluğun formülünü bulduk”

Kadıncağız biraz safçaymış, ama ikiletmemiş sözünü erinin. Adam sabah uyanır uyanmaz, başucunda bulmuş mutluluk formülünü. Bir dikmiş başına ki, dibini görmüş.Görmüş ama görmez olaymış.. Haykırmış adam midesi bulanarak :” KADIN NE BU BANA İÇİRDİĞİN?”

“Kızma bey” demiş kadın “Süt sağamadımdı, ayran vardı dolapta ayranı ılıttım. Tarçın da kalmamış, karabiber serpiverdim. Bal da yok idi, sirke katıverdim. Hemen de kızıyorsun ne farkı var işte aynısı oldu..”

Adam anlamış ki.. Evet sen de anladın onu.. Hadi selametle.

1 Yorum

Filed under ben yazdım, kültür

Anneannemden Masallar -v- “Geçinene geçim çok”

i,ii,iii,iv

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde yaşlı bir karı koca varmış. Evlerinden hiç kavga dövüş sesi gelmezmiş, civardaki komşular da gün aşırı kendi evlerinde kopan patırtıdan utanırlarmış.

Bir gün genç bir gelin akıl almaya, fikir sormaya, işin sırrına ermeye karar vermiş ve teyzenin kapısını çalmış. Kahveler içilmiş, kızcağız utana sıkıla :

– Ben de uzun ve mutlu bir evlilik yapmak istiyorum, bunun gizi, gizemi nedir teyzem? demiş, çıkarmış ağzındaki baklayı.

Gülmüş teyze.

– Kızım, amcanla yeni evlendiğimizde bana bir şey söyledi:  “Bak hanım, benim bir huyum vardır. O gün neşem yerindeyse kasketimi arkaya iterim; ama yoook, işim ters gittiyse, keyfim yoksa kasketimi alnıma yıkarım. Baktın kafam önümde eve geliyorum, amman ha, aman diyeyim bana karşı çıkma, fena yaparım.”

– Eee sen ne dedin?

– Ben de dedim ki: “Benim de bir huyum vardır, o gün günüm iyi geçtiyse kuşağımın düğümünü arkamdan bağlarım fakat moralim bozuksa, derdim varsa kuşağımı önden bağlarım. Eve geldin de kuşağı önde gördün müü, benden uzak dur. Ağzını bile açma, kalbini kırarım”

– Allah Allah, eee??

– Eeesi meesi bu. Her gün pencerede beklerim beyimi. Baktım kasketi alınını örtmüyor, keyfi yerinde, bağlarım kuşağı arkamdan. Güle söyleye karşılarım. Baktım ki yıkmış kasketin siperini alnına, bağlarım kuşağı önden. O astıkça suratını ben iki kat asarım. Sessizlikle geçer o gün. Yoksa, birbirimize sataşırsak kavga çıkar. Eğer sır dersen, sırrımız bu güzel kızım.

demiş. Yemişler içmişler, öte yana geçmişler.

Sözün özü, evde hırgürü kesen şey, eşlerin uyumudur. İşin çoğu da kadına düşer.

“Bana benden olur her ne olursa, başım rahat eder dilim durursa” demiş rivayete göre Yunus Emre. “İki dinle bir söyle” demiş atalar.

2 Yorum

Filed under aile, kültür, severim paylasirim

Arkası Yarın 2/ Marie Elisabeth’in Gizli Kalmış Hatıraları -ii-

(Hatıratın evveli)

 

Bir üvey kızım olduğunu kimse söylememişti. Kendi kendisini bana takdim ederken kapkara gözleri parlayan, kapkara saçları karmakarışık dolaşmış bu 10 yaşlarındaki kıza bayılmamak mümkün değildi. Evet, dünya güzeli bu kız bana saray hayatımın en güzel sürprizi oldu.

Annesini doğumunda kaybetmişti ve anne ilgisi ve şefkatinden mahrum kalmıştı.. Beni bir anne olarak görmeyeceği açıktı, ama yine de onunla ilgileneceğim için çok sevinmiştim.

On yıl boyunca babasının akşam yemeklerinde gözüne çarpan, kendisine de kraliçeyi hatırlattığı için o göze batan minik prenses, dadıların hizmetçilerin elinde kalmıştı ve olan asaletini yitirmişti. Biraz serseri, hatta serkeşti diyebilirim. Kraliyet işlerinden de, saray yönetiminden de haberi olmadığı gibi, sofra adabından da, görgü kurallarından da, kıyafet seçiminden de uzak kalmıştı. Annemin hep dediği gibi: Kraliçe doğulmaz, olunur!

İlk evvel, o dolaşık, gümrah, kömür karası saçları omuz hizasında kesip başına da bir kurdele takarak güzel yüzünü ortaya çıkardım. O bembeyaz ten, biraz sabun görünce iyice parladı, minik kırmızı dudakları gülücükler saçtı, iri-kara zeytin gözleri ışıl ışıl parladı. Derhal üzerine göre şöyle ayak bileği hizasında tertipli bir kaç elbise diktirttim. Yumuşak deriden pabuçlar istettim. Mutluluğu için uğraşmak benim de çok hoşuma gidiyordu. Hiç sahip olmadığım bir kız kardeş gibiydi.

Her gün kraliçelik işlerimi yaparken yanımda gezdirmeye başladım. Ona bildiğim her şeyi öğretmeye çalıştım, ama aklında pek kalan bir konu yoktu. Ne bitki bahçeme aldırdı ne de yabancı dil eğitiminde başarıya ulaştı. İnsanlarla fazla senli benli oluyor, bir kraliyet ailesinin prensesi olduğunu unutuyordu. Arkamı dönersem doğru bahçeye kaçıp tavşanlar mı olur, muhabbet kuşları mı olur, Kral babasının ona oyalansın diye aldırdığı hayvanlarıyla oyuna gidiyordu.

Haftada bir gün halktan insanlar saraya gelip dertlerini özel görevlendirdiğim yaverime anlatırlardı. Ben de zaman zaman bitişik odada dinler, her seferinde de ertesi günü yaverin hazırladığı raporu incelerdim. Kısa zamanda krallığın önemli kişilerini, sınırlarda olup bitenleri kraldan da iyi bilir oldum. Zamanla halkım beni sevdi, mutluluklarında da acılarında da yanlarında olmaya çalıştığımı bildi. İyi bir kraliçe olarak, dertli insanlara yardım edebilmek için hafta içi mutlaka kaleden çıkar, ninemden kalan terkip defterlerinde bulduğum çareleri insanlara götürürdüm.

Yıllar geçti.. Bu seferlerden birinden- hiç unutmam, kızamık salgını vardı ve hastalığa kurbanlar vermemek için yapabileceğim çok çok azdı- saraya döndüğümde kısa ve tatsız evlilik hayatımın bittiğini, değerli kralımın, sevgili kocamın gökyüzüne uçtuğunu öğrendim. O günden itibaren, bitmez yas sürem başladı, hep siyahlar giymek zorundaydım. Dul kraliçe olarak hem ülke, hem soytarısından aşçı yamağına koca bir saray, hem de artık genç bir kız olan ama hala kafası çalışmayan prenses kaldı başıma.

Beri yandan, memleketimde, tek bir ülkenin ikisine birden yetmeyeceğini hesaplayan ağabeylerim de açıkça taht mücadelesindeydiler ve üstelik her biri ayrı ayrı da bana “ülkeleri birleştirelim, tahtı da bana bırak, rahatına bak” mesajı gönderiler. Onları ve hırslarını dizginde tutmak da bana kalmıştı.

Günlerce gecelerce uğraştığım oluyordu, kum saatinden geçen zaman saçlarıma aklar düşürüyordu ve süssüz püssüz siyah elbiselerden de bunalmıştım. Ve ne yalan söyleyeyim, zaman zaman çeyizimde getirdiğim dövme bakır çerçeveli aynamın karşısına geçiyor ve içimden “aah Betty-Betty, sen bu hallere düşecek kadın mıydın?” diye soruyordum. Kendi soruma kendim cevap veriyordum tabii, “Saçmalama Betty-Betty! Hala ülkenin tek ve en güzel kraliçesi sensin ve hep sen olacaksın”

Bir gün, küçük ağabeyim çıkageldi. Yedirdik, içirdik, söz gene ülkemi teslim etmeye geldi. Yeterince bıkmıştım bu laftan. Gece ilerleyip ağabeyime odası gösterildikten sonra, bana çok bağlı ve hafif de tutkun olan yaverim peşimde olduğu halde, mahzene indim. Şu sarayda en sakin, en kafa dinleyebildiğim yerdi doğrusu. Güzden topladığım valeryen köklerini epeydir hazırda tutuyordum, hemen güzelce hazırladığım karışımı seyrelttikten sonra ağabeyimin geldiği arabanın her tarafına döktürülmek üzere yaverime verdim. Daha gün doğmadan ahırların oradan kıyamet koptu. :)) Üç fersah mesafede ne kadar kedi varsa koşturarak gelmiş, arabaya el koymuştu. Arabadaki kedi sidiği kokusunun çıkmasına ihtimal vermiyordum. Seyisin arkasında koşarak gelen ve kedilerden “şeytanın uşağı” diyerek kaçan ağabeyim gecelik entarisiyle atladı atlardan birine, arabayı bırakıp kaçtı.

Yaverle odamda baş başa kaldığımızda gülmekten gözlerimizden yaşlar geldi. “majestem, harikasınız” dedi yaver. “Oh olsun kerataya” dedim. “Bir daha bu şeytanlı meytanlı saraya adım atmaz!” Arabayı da eski dere yatağına attırıp yaktırdım. Kedi sesinden bir süre durulmadı ama sonra o da bitti. Evet, bazen çok eğlenceli geçiyordu sarayda hayat. Bir gün de sana bu maceralarımı anlatayım..

 

-devam edecek-

IMG-20130711-WA0003

 

(kedilerle oldum olası aram iyidir)

1 Yorum

Filed under arkası yarın, ben yazdım

Arkası Yarın 2/ Marie Elisabeth’in Gizli Kalmış Hatıraları -i-

Belki büyük bir sansasyon yaratacak, belki de hiç ilgi uyandırmayacak tıpkı ilk yaşandığı günlerde olduğu gibi. Ne demişler, “gerçek ayakkabılarını bağlayana kadar, yalan dünyayı dolaşır”.

Er geç, bu öykünün asıl ve asil sahibinden de dinlenmesi gerekiyordu, nihayet, bu şerefe de ben nail oldum. Majesteleri olayların aslını astarını bana usulca anlattı. Ben de size aktarmak istiyorum, boynumun borcu..

ASLINDA DOĞRU BİLDİĞİNİZ HERŞEY, BİR YANILSAMA, BAZI YANLIŞ ANLAŞILMALAR VE KASTEN DEĞİŞTİRİLMİŞ GERÇEKLER.

Şu andan itibaren okuyacaklarınız tamamen Majestelerinin kendi açıklamalarıdır.

*-*-*-*

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde.. Yok değil mi artık kalbur filan? Ben yıllardır hiç görmedim. Saman da görmedim. Ne de kullanışlı bir şeydir oysa. Yatak da yaparsın, yem de. Üstelik yoncayla kaynatır suyunu süzersin, çok tatlı bir sarı renk verir yünlü dokumalara. Bütün bunları bana ninem öğretmişti. Rusya’da doğmuş, sonra küçükken Anadoluya göçmüşler. Neler neler bilirdi; oralarda öğrendiklerini anlatırdı hep. Hem insanları hem hayvanları sağaltacak terkipler bilirdi. Akıllı bir kadındı ninem, çocukluğundan kalan ne bilgisi varsa hem yazmıştı hem de bana bireeer birer anlatmıştı. Hikayesi karmaşıktır ama güzeldir, bir gün onu da anlatayım sana.

Bizim ailemiz Avrupada küçük bir krallık, hatta beyliktir. Babam ve erkek kardeşlerim küçük ülkemizin becerikli ve barışsever halkını idare ederler. Ben de annemin dizi dibinde büyüdüm, ninemin tarif kitaplarını kopyaladım. Zaman geçti, benim de evlenmem gereken yaşım geldi. Annem ve teyzem bir oldular ve bana, kendilerine göre iyi bir evlilik ayarladılar. Zaten krallar imparatorlar tamamen hikayedir yavrum. Kadınlar evi de, sarayı da, ülkeyi de idare eder..

Uzak bir ülkenin yaşını başını almış kralı, kraliçenin yasını tutmaktan vaz geçmiş o aralar. Teyzem haber salmış, yağlıboya bir portremi de göndermiş. Kral beğenmiş, düğünümüz 21 Haziran yaz gündönümü olarak saptanmış.  Bana da haber verdiler. Ne yalan söyleyeyim, büyük, gerçek bir ülkenin kraliçesi olmayı hep istemişimdir. Sevindim.

Çeyizim hazırlandı, arabalara eşyalarım yüklendi. Babam ve annem bana sıkıca sarıldılar son kez, “Betty-Betty’ciğim, çok özleyeceğiz seni, arada bir de olsa haber gönder kızım” dediler. Küçüklüğümden beri bana Betty-Betty derler. Bebekken her şeyi tekrarlarmışım iki kez. “Elmaelma yiycem, üzümüzüm yemiycem” diye.. Hep anlatır gülerler. Benim de aile arasında adım Betty-Betty olarak kaldı işte..

İki ağabeyim ve maiyetimle sarayımızdan yola çıktık.

Yollarda fazla bir sorun yaşamadan yeni ülkeme vardık. Yolda bakınıp görebildiğim kadarıyla insanları sıcak, fakir olmasalar da orta halli kişilerdi. Tarlalar ekili, hayvanlar semizdi. Barış ve huzur sezdim. Çok sevindim. Saraya ulaştık, yerleştik.. Akşam küçük bir yemek yendi ve kralımla tanıştırıldım. Ondan hoşlandım, bizim oralılar gibi güleç değildi belki ama, anlayışla dolu bilge gözleri vardı. Eski kraliçe neden ölmüş bilmiyorum, sormadım da. Ama Kralıma onu unutturmaya kararlıyım. Umarım o da beni sever. Yeni ve genç kraliçe olarak halkıma da kendimi sevdireceğim. Umudum tam.

Dillerini eskiden beri konuşurum ama yerli insanlarla konuşmak odamda öğretmenimle konuşmaktan farklıymış. Bütün dikkatimi vermezsem anlamıyorum konuşulanları. Zamanla aksanım da düzelecektir eminim.

Ertesi gün, öğleden sonra düğün başladı.. Anlata anlata bitiremem, çok görkemli bir düğün oldu. Akşama da tüm konuklara hediyelerin verildiği, sabaha kadar süren bir ziyafet vardı. Ağabeylerim sofradan kalkınca kraldan ve benden müsaade aldılar ve sabah horozlar öterken yola çıktılar. Kendi ağabeyi insana “majesteleri” deyince garip geliyor aslında. Ama şu an ben babamın krallığından kat kat büyük bir krallığın yegâne kraliçesiyim. Alışmam lazım.. :)

Yeni evime, yeni sarayıma, yeni halkıma ısınmam kolay oldu. Yeni tâcıma ve mücevherlerime de. Ve bir süre sonra da nedense herkesin bana söylemeyi unutuverdikleri biriyle burun buruna geldim.

Üvey kızımla.

-devam edecek-

SAMSUNG CAMERA PICTURES

 

Devam: Hatırat -ii-

3 Yorum

Filed under arkası yarın, ben yazdım

Anneannemden Masallar -iii- Başarının sırrı

Padişah Kızı ile

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın dünya güzeli bir kızı varmış. Kız güzellikte yeni doğan aya, “sen doğma ben doğayım” diyormuş. Hem de marifetliymiş bu kız, sağına döner kuran okur, soluna döner gergef işlermiş…

Taliplilerin beşi gider onu gelirmiş her gün. Padişah tek bir istekte bulunurmuş… “Kızımı alacak kişi kızımın dengi olmalı.. bir ineği iki eliyle tutup havaya kaldırabilmeli” dermiş..

Çünkü padişahın kızı has ahırdaki ineğini hop diye kaldırabiliyormuş… Padişahın kızını alıp da ileride padişah olmaya heveslenenler doğrudan geri dönüyorlarmış. Niyeti ciddi olanlar bile denemeyi göze alamıyorlarmış..

Kızı gerçekten seven bir de delikanlı varmış bu taliplerin arasında. Gözüne uyku girmiyormuş aşkından.. Ama bir inek öyle hop diye nasıl kaldırılır ki? Koç olsa neyse.. Düşün düşün perişan olmuş çocuk..

Bir gün, sultan hanımın dadısı bu çocuğun nasıl da süzülüp gittiğini fark etmiş. Gencin ailesini, anasını atasını tanırmış dadı. Kendi kızı gibi gördüğü sultan hanıma için için layık bulmuş delikanlıyı. Çağırmış bir kenara, işin sırrını deyivermiş…

– Bak oğulcağızım, sultan hanım kız bu ineği ilk doğduğu gün aldı kucağına.. sevdi okşadı her gün. Her gün kucağına ala ala, gün günden büyüyen dana inek olana kadar,  beraber kendi de güçlendi. Birden bire inek kaldırılır mı?

Delikanlı sevinçten çılgına dönmüş. Hemen yeni doğmuş bir danayla başlamış çalışmaya. Üç dört ayda, bir ineği kaldırabilecek kadar güçlenmiş.

Padişahın huzuruna çıkıp sultan hanım kıza talip olduğunu söylemiş. Getirmişler ineği, Hop diye kucaklayıp kaldırmış bizimki. :)

Padişah dönmüş kızına bakmış; kız da bu azimli, yakışıklı delikanlıyı beğenmiş, fikri nerden bulduğunu da anlamış ama çok da mühimsememiş.. Olur diye göz etmiş babasına.

40 gün 40 gece düğün yapılmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.. Gökten üç elma düşmüş, biri masalı anlatanın, biri dinleyenin, biri de dersini anlayanın başına…

2 Yorum

Filed under çocuk, ben yazdım, kültür, severim paylasirim

Anneannemden Masallar -ii- Kurt bir gün acıkmıştı…

Bu masalsı tekerlemeyi ilkokulda, okuma kitabından öğrenmiş rahmetli anneannem. Hiç unutmadığı gibi, o tatlı, nameli sesinden tekrar tekrar dinleye dinleye ben de bir  kısmını ezberlemiş durumdayım. 

Yarı hatırladığım kadar, yarı internetten bulduğum kadar… Kurt masalı şöyle bir şey: 

KURT MASALI

Kurt bir gün acıkmıştı
Dağlarda ava çıkmıştı

Bakınarak sağa sola
Geldi en işlek bir yola

Dedi: ”Bu çok güzel bir yer,
Bir kısmetim varsa eğer,

Ayağıma gelir kendi.”
Seçtiği yeri beğendi.

Geçti öyle hayli zaman
Bir katır çıktı uzaktan

Geliyor çifte atarak
Tozu dumana katarak..

Titretti bir sevinç kurdu,
Çıktı yol üstünde durdu.

Katır dedi: ”Kurt arkadaş!
Öyle uzak durma, yanaş..

Bilirim ne diyeceksin,
Açsın, beni yiyeceksin..

Ye, ne çıkar bundan, ama
Bak bir şey geldi aklıma

Etim pek tatlı bir ettir
Fakat kemiklerim serttir

Getireyim sana bir satır,
Kemiğimi onunla kır..

Madem ki son demimdeyim,
Böyle bir iyilik edeyim

Sana ölümümden evvel…”
“-Peki. Git de çabuk gel..”
Kurdu aldattı bir satır
Getireyim diye katır.

Geçti yine hayli zaman
Bir at göründü uzaktan

Kişneyerek şahlanıyor
Dağı kimsesiz sanıyor..

Titretti bir sevinç kurdu,
Çıktı yol üstünde durdu.

At dedi ki: ”Kurt arkadaş!
Öyle uzak durma,yanaş..

Bilirim ne diyeceksin,
Açsın,beni yiyeceksin..

Ye, âfiyet olsun ama
Bak bir şey geldi aklıma

Bilmiyorsun ne cinstenim,
Öğren aslım nedir benim

Getireyim berâtımı
Bildiğin arap atı mı,?

Yoksa huysuz bir beygir mi?
Bilinmeyen şey yenir mi?

Mademki son demimdeyim,
Büyük bir iyilik edeyim

Sana ölümümden evvel..”
“-Peki, git de çabuk gel..”

Getireyim diye berat,
Kurdu aldatıp gitti at…

Geçti yine hayli zaman
Bir koyun çıktı uzaktan
Titrek sesiyle meliyor
Güle oynaya geliyor

Titretti bir sevinç kurdu,
Çıktı yol üstünde durdu.

Koyun dedi: ”Kurt arkadaş!
Öyle uzak durma, yanaş…

Bilirim ne diyeceksin,
Açsın, beni yiyeceksin.

Ye, ne çıkar bundan, ama
Bak bir şey geldi aklıma

Ne oyunlar bilirim ben,
Bir kere gör de, neşelen

Eski sevincin azalmış,
Belli, gönülcüğün dalmış

Bir kederli düşünceye
Yiyeceksen neşeyle ye..

Mademki son demimdeyim,
Böyle bir iyilik edeyim

Sana ölümümden evvel.”
“-Haydi, oyna güzel güzel.”

Kurt aldandı bu oyunda,
Kaçıp kurtuldu koyun da.

Artık sular kararmıştı
Gece etrafı sarmıştı

Tenha, sessiz bütün yollar,
Ne gelen var, ne giden var…

Zavallı kurdun karnı aç,
Bir lokmaya bile muhtaç…
Akıtıyor gözyaşını,
Artık akılsız başını

Keskin taşlara vuruyor,
Şöyle söylenip duruyor:

“Bulmuştun bir âlâ katır,
Ye, düşünme gönül hatır…
Nene lâzım senin satır,

Kasap mıydın behey sersem?
Bana lâyıktır gebersem…

“Bulmuştun bir semizce at,
Ye etini, sırt üstü yat…
Nene lâzım senin berat?

Kadı mıydın behey sersem?
Bana lâyıktır gebersem…

“Bulmuştun bir âlâ koyun,
Ye de, uzan yüzükoyun
Nene lâzım senin oyun?

Köçek miydin behey sersem?
Bana lâyıktır gebersem…”

Kurt, zavallı, bütün gece
İnleyip durdu delice…

Gün doğarken işi bitti,
Açlığından ölüp gitti…

Orhan Seyfi ORHON

4 Yorum

Filed under çocuk, severim paylasirim

Anneannemden masallar -i- “Keçiyi içeri al”

Allah rahmet eylesin, anneannem çok güzel anlatırdı, ben hatırladığım kadarını, kendime göre anlatacağım: 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde fakir bir kadıncağız varmış. Tek göz bir evi, minik bir ağılı bir de kümesi varmış. Eşi, üç çocuğu, bir ineği, bir keçisi, bir horozu üç de tavuğuyla yaşıyormuş… Ve felaket derecede de bunalıyormuş. Sürekli şikayet, sürekli dertlenme… “nasılsın?” demeye gelmiyormuş, kadın hemen “çocuklar da hasta, inek de huysuz, eşim de işsiz…..” diye başlıyormuş..

Derken bir gün, birisi kadına yukarı köyde yaşayan bilge bir dededen bahsetmiş. “ne derdin varsa ona anlat, hemen çözer” demiş. Kadın sevinmiş, almış bir sepet yumurta, bilgeyi ziyarete gitmiş.

Dağın tepesine yakınmış bilgenin evi. Havadar ve manzaralıymış ama kadın daha bilgeyi görür görmez söylenmeye başlamış…” ne uzak yere yapmışsın evini, çık çık geberdim, su gibi ter içinde kaldım…” diye.

Aksakallı bilge dede, anlamış kadının huysuzluğunu, ses etmemiş. Hediye sepetini almış, derdini sormuş kadının. Kadın nefes almış, “evimiz dar ve küçük, hem de…” diye başlayıp uzuuun uzun anlatacakmış ya, aksakallı dede, kesmiş sözünü… “derdin bu mu?” demiş, “bundan kolayı yok.. Hemen eve git, keçiyi eve al..”

Kadın şaşırmış, ama koskoca bilgeyi sorgulamak ayıp gelmiş. Eve gitmiş, keçiyi ağıldan çözüp eve bağlamış. Zaten dar olan ev bir de keçi kokmaya başlamış. Üç gün sonra kadın dayanamamış bilgeye koşmuş.. “aman efendi hazretleri ev dardı, bir de keçi girdi…” demesine kalmadan, bilge dede atılmış: “oh oh iyi, şimdi de tavukları al eve.. hadi koş”

Kadın şaşkın şaşkın eve dönmüş. Tavuklar kümes yerine evde gecelemişler o gece. Adım atılacak yer yokmuş, üstelik ev hem keçi hem tavuk boku kokmuş..

İki güne kadın dar atmış kendini bilgeye.. Ağzını açamadan bilge uzaktan seslenmiş: “Horozu da al eve, horoz dışarda kalmasın”

Kadın ağlamaklı, eve dönmüş, horozu buyur etmiş içeri… Artık koku bir yana, horoz evdeki herkese gaga atmış, gagalayamadığını mahmuzlamış; pırrr çırpınıp her yeri tüy toz içinde bırakmış; keçiye sataşmış, keçi çocuklara tos atmış; çocuk sofraya takılmış, yemekler ekmekler ortaya saçılmış; bir vaveyla ki o kadar olur. Adam sabah ezanı evden fırlamış, daha evvelden beğenmediği bahçıvanlık işi varmış bir tane, onu kabul etmiş, o gün başlamış işe…

Sabahı zor etmiş kadın, daha kapıdan çıkmadan bir çocuk gelmiş avluya, “bilge dedenin selamı var, bugün de ineği alacaksınız eve” demiş gitmiş.

İnek de girince, kapıyı zor kapamışlar o gece. Değil yatak serip yatacak, evde ayakta duracak yer kalmamış. Koku bir yana, gürültü kıyamet dayanılır gibi değilmiş. Huzur kalmamış, herkes ağlamaya bağrımaya başlamış…

Gün doğar doğmaz bilge dede kapıdaymış. “çıkar kızım ineği” demiş, gitmiş.

İnek ahıra geçince ev gözlerine kocaman gözükmüş. Diğer hayvanlar artık o kadar göze batmamış ama rahatsızlık bayağı azalmış sonunda.

Üç gün sonra dede haber salmış: “tavuklarla horozu da çıkarsınlar”

Ev bir kat daha genişlemiş, büyümüş… Eve bir huzur gelmiş, herkesin yüzü gülmüş…

Bir hafta sonra kadın kendi elleriyle sağdığı inek sütünden yoğurt, keçi sütünden de peynir yapmış, dedenin yanına varmış.

Dede gülerek karşılamış kadını. Bir süre sessiz sessiz manzaraya bakmış, huzurun tadını çıkarmışlar..

Bilge dede, “keçiyi çıkar artık” demiş. Kadın sevine sevine eve dönmüş, keçiyi ağıla bağlamış, evi silmiş süpürmüş, çocuklarla saklambaç oynamış, eli kolu sebze dolu gelen eşini gülerek karşılamış.

Ev saraylardan güzel, kırk odalı hanlardan geniş gözüküyormuş gözlerine. Hem evde hem içlerinde bir rahatlık bir huzur başlamış ki o kadar olur. Artık kimse hiç bir şeyden şikayetçi olmamış, şükrederek yıllarca mutlu mesut yaşamışlar.

Masal da burda da bit-miiş.

Ailemizde bu masala sık sık referans verilir. 

* Haline şükretmeyi bilmeyen, keçiyi içeri alsın…

** Bir dertten kurtulma arefesinde: “hele bir keçiyi de çıkarayım” 

13 Yorum

Filed under çocuk, ben yazdım, kültür, severim paylasirim

Un getir Keloğlan! Urva getir Keloğlan!!

Anası bi gün ekmek açmaya oturmuş. Ama hamurun kıvamını bir türlü tutturamamış. Bazen olur ya..

Eli hamur, kalkıp alamamış..Seslenmiş: “Un getir, Keloğlan!”

Keloğlan seyirtmiş gelmiş anasına un getirmiş kilerden. Tekneye yallah edip dökmüş unu. Hadii, taş gibi olmuş. Ölçüsüz iş tutmanın cezası işte..

-Urva getir Keloğlan!

(burada bir ek yapayım. Urva da hamurun tahtaya yapişmaması için serpilen un anlamina gelirmiş ama bana bu masalı anlatanlar bunun “su” anlamina geldiğini soylediler ki, mantık da onu gerektiriyor.. bu durumda bu kelime belki de Kırba olabilir)

Foşşş su dökmüş Keloğlan tekneye.. Hamur olmuş çamur..

-Un getir Keloğlan!!

diye uzamış gitmiş.. Bazen insanın böyle “basiretinin bağlandığı” işinin bir türlü rast gitmediği zamanlar olabilir. Hele hele bir şeyleri keserken… Biraz sağdan alırsın, sol dengesiz gibi gözükür. Soldan bir makas atarsın, anaa çok kısalır bu defa. Sağa bir daha girersin.. Olmaz..

Bunu da öylesine yazdım işte… çocukluğumdan bir masal size..

Yorum bırakın

Filed under çocuk, ben yazdım, severim paylasirim