Arkası Yarın 2/ Marie Elisabeth’in Gizli Kalmış Hatıraları -ii-

(Hatıratın evveli)

 

Bir üvey kızım olduğunu kimse söylememişti. Kendi kendisini bana takdim ederken kapkara gözleri parlayan, kapkara saçları karmakarışık dolaşmış bu 10 yaşlarındaki kıza bayılmamak mümkün değildi. Evet, dünya güzeli bu kız bana saray hayatımın en güzel sürprizi oldu.

Annesini doğumunda kaybetmişti ve anne ilgisi ve şefkatinden mahrum kalmıştı.. Beni bir anne olarak görmeyeceği açıktı, ama yine de onunla ilgileneceğim için çok sevinmiştim.

On yıl boyunca babasının akşam yemeklerinde gözüne çarpan, kendisine de kraliçeyi hatırlattığı için o göze batan minik prenses, dadıların hizmetçilerin elinde kalmıştı ve olan asaletini yitirmişti. Biraz serseri, hatta serkeşti diyebilirim. Kraliyet işlerinden de, saray yönetiminden de haberi olmadığı gibi, sofra adabından da, görgü kurallarından da, kıyafet seçiminden de uzak kalmıştı. Annemin hep dediği gibi: Kraliçe doğulmaz, olunur!

İlk evvel, o dolaşık, gümrah, kömür karası saçları omuz hizasında kesip başına da bir kurdele takarak güzel yüzünü ortaya çıkardım. O bembeyaz ten, biraz sabun görünce iyice parladı, minik kırmızı dudakları gülücükler saçtı, iri-kara zeytin gözleri ışıl ışıl parladı. Derhal üzerine göre şöyle ayak bileği hizasında tertipli bir kaç elbise diktirttim. Yumuşak deriden pabuçlar istettim. Mutluluğu için uğraşmak benim de çok hoşuma gidiyordu. Hiç sahip olmadığım bir kız kardeş gibiydi.

Her gün kraliçelik işlerimi yaparken yanımda gezdirmeye başladım. Ona bildiğim her şeyi öğretmeye çalıştım, ama aklında pek kalan bir konu yoktu. Ne bitki bahçeme aldırdı ne de yabancı dil eğitiminde başarıya ulaştı. İnsanlarla fazla senli benli oluyor, bir kraliyet ailesinin prensesi olduğunu unutuyordu. Arkamı dönersem doğru bahçeye kaçıp tavşanlar mı olur, muhabbet kuşları mı olur, Kral babasının ona oyalansın diye aldırdığı hayvanlarıyla oyuna gidiyordu.

Haftada bir gün halktan insanlar saraya gelip dertlerini özel görevlendirdiğim yaverime anlatırlardı. Ben de zaman zaman bitişik odada dinler, her seferinde de ertesi günü yaverin hazırladığı raporu incelerdim. Kısa zamanda krallığın önemli kişilerini, sınırlarda olup bitenleri kraldan da iyi bilir oldum. Zamanla halkım beni sevdi, mutluluklarında da acılarında da yanlarında olmaya çalıştığımı bildi. İyi bir kraliçe olarak, dertli insanlara yardım edebilmek için hafta içi mutlaka kaleden çıkar, ninemden kalan terkip defterlerinde bulduğum çareleri insanlara götürürdüm.

Yıllar geçti.. Bu seferlerden birinden- hiç unutmam, kızamık salgını vardı ve hastalığa kurbanlar vermemek için yapabileceğim çok çok azdı- saraya döndüğümde kısa ve tatsız evlilik hayatımın bittiğini, değerli kralımın, sevgili kocamın gökyüzüne uçtuğunu öğrendim. O günden itibaren, bitmez yas sürem başladı, hep siyahlar giymek zorundaydım. Dul kraliçe olarak hem ülke, hem soytarısından aşçı yamağına koca bir saray, hem de artık genç bir kız olan ama hala kafası çalışmayan prenses kaldı başıma.

Beri yandan, memleketimde, tek bir ülkenin ikisine birden yetmeyeceğini hesaplayan ağabeylerim de açıkça taht mücadelesindeydiler ve üstelik her biri ayrı ayrı da bana “ülkeleri birleştirelim, tahtı da bana bırak, rahatına bak” mesajı gönderiler. Onları ve hırslarını dizginde tutmak da bana kalmıştı.

Günlerce gecelerce uğraştığım oluyordu, kum saatinden geçen zaman saçlarıma aklar düşürüyordu ve süssüz püssüz siyah elbiselerden de bunalmıştım. Ve ne yalan söyleyeyim, zaman zaman çeyizimde getirdiğim dövme bakır çerçeveli aynamın karşısına geçiyor ve içimden “aah Betty-Betty, sen bu hallere düşecek kadın mıydın?” diye soruyordum. Kendi soruma kendim cevap veriyordum tabii, “Saçmalama Betty-Betty! Hala ülkenin tek ve en güzel kraliçesi sensin ve hep sen olacaksın”

Bir gün, küçük ağabeyim çıkageldi. Yedirdik, içirdik, söz gene ülkemi teslim etmeye geldi. Yeterince bıkmıştım bu laftan. Gece ilerleyip ağabeyime odası gösterildikten sonra, bana çok bağlı ve hafif de tutkun olan yaverim peşimde olduğu halde, mahzene indim. Şu sarayda en sakin, en kafa dinleyebildiğim yerdi doğrusu. Güzden topladığım valeryen köklerini epeydir hazırda tutuyordum, hemen güzelce hazırladığım karışımı seyrelttikten sonra ağabeyimin geldiği arabanın her tarafına döktürülmek üzere yaverime verdim. Daha gün doğmadan ahırların oradan kıyamet koptu. :)) Üç fersah mesafede ne kadar kedi varsa koşturarak gelmiş, arabaya el koymuştu. Arabadaki kedi sidiği kokusunun çıkmasına ihtimal vermiyordum. Seyisin arkasında koşarak gelen ve kedilerden “şeytanın uşağı” diyerek kaçan ağabeyim gecelik entarisiyle atladı atlardan birine, arabayı bırakıp kaçtı.

Yaverle odamda baş başa kaldığımızda gülmekten gözlerimizden yaşlar geldi. “majestem, harikasınız” dedi yaver. “Oh olsun kerataya” dedim. “Bir daha bu şeytanlı meytanlı saraya adım atmaz!” Arabayı da eski dere yatağına attırıp yaktırdım. Kedi sesinden bir süre durulmadı ama sonra o da bitti. Evet, bazen çok eğlenceli geçiyordu sarayda hayat. Bir gün de sana bu maceralarımı anlatayım..

 

-devam edecek-

IMG-20130711-WA0003

 

(kedilerle oldum olası aram iyidir)

Reklam

1 Yorum

Filed under arkası yarın, ben yazdım

One response to “Arkası Yarın 2/ Marie Elisabeth’in Gizli Kalmış Hatıraları -ii-

  1. Geri bildirim: Arkası Yarın 2/ Marie Elisabeth’in Gizli Kalmış Hatıraları -i- | A Blog Daire 6

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s