Sol baş parmağımda, tam eklem noktasında bir ağrı var epeydir. İnstagram kaydırma dışında kullandığım pek belli bir yeri de yok o eklemin ama yine de ne lüzumu var? Ağrımasın. Doktora götürdüm minnoş parmağımı.
Kemikte çıkıntı var sanki?
Röntgenlendim, bir de baktık ki kireçlenme başlamış. Daha 52 yaşındayım ben parmak, utan utan.
Eklemlerin arasındaki sıvı azalması, eklem yüzeyindeki kıkırdağın kaybı ve eklem üzerinde oluşan sertlikler kireçlenme olarak adlandırılıyor sanırım. Bütün bu bilgileri google’dan aldım. Doktor biraz layttı, pek konuşmadı benimle. Zerdeçal kullanmamı söyledi. Kapsülünü ve toz halini sipariş ettim çünkü bu parmak ağrısına katlanmaya niyetim yok. Savaş açtım kendisine.
Zerdeçal eklem sağlığı, enflamasyon ve başka onlarca şey için iyi deniyor. Bir süre deneyip sonuçları yazarım.
Şöyle iyi bir kütletsek geçecek gibi geliyor bana ama tabii ki zorlamiyorum. Başıma iş almaya niyetim yok.
Bir yerden başladı artık tüm eklemleri sağlama almak lazım. Bu eklemlerle işim bitmedi daha. Kireçlendirmeyeceğim!
20 gün sonraki edit:
tavsiye üzerine parmak çalıştırıcı, yemeklere ekmek için toz zerdeçal ve geceleri birer tane karabiberli zerdeçal kapsül kullanmaktayım. İşime yaradı. Linki burada. Tavsiye ederim.
Blogda 14. yılım bitti. İnsan inanamıyor. Kendimi çocuklarıma anlatmak için yazmaya başladım sonra gerisi geldi. “Aferin bana” diyorum.
Bugünkü yazımın konusu yeni bir meslek ihtiyacı. doula diye bir iş kolu var bilmiyorum biliyor musunuz? Hamile kadınlara doğuma kadar ve doğum sonrası destek hizmetleri veriyor. Bir tür ebelik..
Benim ihtiyacım ise gündelik hayatta anksiyete beni engellerken ve bunaltırken “tamam İpek, kısa bir sancı kaldı, bundan sonra kurtuluyorsun, rahatlıyorsun, her şey yolunda” diyecek bir soul-doulası.
Hepimiz gibi endişeliyim; gelecek korkusu, çocuklar için kaygılar, işler/ekonomi ne olacak soruları, annemin yaşlanması, benim yaşlanmam, hatta kedilerin problemleri dahil bir çok şey beni darlıyor. Bu dünya “tat dünyası” değil, biliyorum. Ama bazen her şey üstüme üstüme geliyor. Altından kalkamayacakmışım gibi hissediyorum.
Kendi kendimi telkin de bir yere kadar işe yarıyor. “Bugüne kadar bir şekilde atlattın, bunu da atlatırsın” diyorum. “Allah kulunu darda komaz” diyorum. “Halledersin” diyorum. Karnım burnumda değil ama canım burnumda resmen. Doğur doğur bitmiyor o da ayrı. Her anksiyete atağına daha da savunmasız yakalanıyorum.
İçin için rahat değilim. Kafam dolu, içim bulanık. Şimdi ruhumun şifacısı biri olsa, bu ve diğer tüm daralma durumlarında sırtımı sıvazlasa, elimi tutsa, cesaret verse, “ha gayret”lese ne güzel olurdu.
Psikiyatri ilaç verip savıyor. Psikolog kafasındakini bana biçmeye çalışıyor. Soula tek çözüm :)
Kardiyolog yönlendirmesi ile başımızdan geçen anjiyo-anjio-anjiyografi işlemi hakkında biraz yazayım dedim.
Anjiyo olmadan önce bilmeniz gereken 5 şey
Eşime bir süre önce, görüşüme göre pek de gerekli olmayan bir anjiyo önerdi kardiyolog doktor. Öncesinde bazı kan değerlerine bakıldı ve kullanılan ilaçlar böbrekte yük olacağı için böbrek fonksiyon değerlerine bakıldı.
Gebze’de ünlü bir hastanede günlük operasyon servisinde bir çekmeceye tıkıldık. Çekmeceden başka bir şey diyemeyeceğim, üç duvar bir perde. ne bir pencere ne bir şey. Sıkıla sıkıla saatleri saydım. Refakatçiyi oyalamanın gerekliliği..
demek ki neymiş yanımıza kitaptır, tablettir, çerezdir, ıslak mendil, kettle su çay kahve birşeyler almalıymışız. normalde 6 saat evde ne kullanıyorsanız getirin.
hastaya damar yolu açılıp, gerekirse çok hafif bir sakinleştirici veriliyor. tamamen soyunup ameliyat önlüğü giydiriliyor. huzursuz olurum derseniz tek kullanımlık kağıt don alın yanınıza. sonra sedyeye alınıp odadan çıkartılıyor.
iki çeşit anjiyo var. biri kasıktan biri koldan damara girilerek yapılıyor. koldan yapılan yarım saatte bitiyor ve ilaç verildiği an kısa bir yanma hissi duymanın dışında konforlu bir işlem.
Bir saat sonra taburcu oluryorsunuz. Sonuç hemen veriliyor. İçiniz temiz, hanenize ay doğmuş filan şeklinde yorum da var. ;P
Ertesi günü duşunuzu yapıp işinize gidebilirsiniz. Bir kaç gün o kol hassas kalıyor sonra unutuyorsunuz bile.
Her şey sisteme kayıtlı, henüz tam bir entegrasyon olmasa da %90 verimli çalışan bir sağlık sistemimiz var. Arayıp bulamadığınız linkler burada. Linke tıklayın, Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numaranız ve e-devlet şifrenizi girin. Bu bilgileri ekranda arama satırında kilit işareti varsa, güvenli olduğunu gördükten sonra girin ve bilgisayar/telefon “şifreyi kaydedeyim mi?” diye sorduğunda “hayır” deyin.
Yazı ve linkler Ocak 2023’te günceldir. Kırık link olursa bildirmenizi rica ederim.
Bu linkte son bir yıl içinde hangi tarihte hastaneye gittim, hangi doktor gördü, reçete numaram ne, hangi eczaneden hangi ilaç verilmiş, günde kaç kere kullanacağım, ilacım ne zaman bitecek raporum neymiş görebilirsiniz.
Hastanelerden kalan muayene hesaplarınız için. Reçetenizi ne zaman, hangi eczaneden aldınız, katılım tutarı ne ödediniz, muayene payı ne kadardı? Maaştan ne kadar kesildi? Fiyat farkı var mıydı, ne kadardı??
Sosyal Güvenlik Kurumunda cep telefonu kaydı olanlara bazı projeler kapsamında SMS ile ücretsiz bilgilendirme yapılmaktadır. SGK Cep Telefonu Bilgisi Beyan hizmetini kullanarak, Kurumun ücretsiz SMS hizmetlerinden yararlanmak istiyorsanız cep telefonunuzu kaydedebilirsiniz. Eğer kayıtlı cep telefonunuz varsa numaranızı güncelleyebilir veya silebilirsiniz.
Annemin böbreğinde taş vardı. Hemen hiç su içmez, çişini tutar.. boğa inadı.
Büyümüş, fasülye kadar olmuş, kanalı da tıkamış; sancısı bulantı ve baygınlığa varınca doktoru “ameliyat” dedi.
Ultrasonda tek gözüken taş tomografide 3’e çıktı. Doktordan doktora, cihazdan cihaza fark var arkadaşlar. Teknoloji güzel şey.
Taş ya sesle kırılıyor, ya dışardan ameliyat ediliyor, ya da alttan, (üretra) kanaldan kamerayla girip lazerle traşlanıyor.
Hastanın ve taşın durumuna göre karara varılıyor. Belden (spinal) ya da genel anestezi olabiliyor.
Öyle üroloğun “benim de başımdan geçti, endişelenmeyin” dediği kadar kolay, ‘iki tıktık bi fıkfık’ bir işlem değil. Operasyon 1.5 saat sürmüş, hasta odaya 3 saatte geri geldi.
Hasta çok üşüyerek anesteziyi atlattıktan sonra, iştahsız ve sancılı bir süreç başladı.
Sonda takılıyor ve en azından tuvalete getir götür olmuyor ama sondaya da kan doluyor. Sondadaki kan temizlenene, renk açık sarı olana kadar bol su içip gezinmesi gerekiyor. Kırılan parçalar da o şekilde atılmış oluyor. Su içiremediğimiz için, ya da “yeterince” içmediğinden, serum desteği verildi 24 saat. Ertesi gün sonda çıktı. Enfeksiyon gelişti biraz da onuna uğraştıktan sonra 3. gün hastayı eve teslim ettik.
Ameliyat niyeti olanlara bilgi:
Kolsuz ya da kısa kollu gecelik. (damar yolu/tansiyon sürekli kol lazım)
Kalın çorap, bir bere . (anestezi sonrası yüzü gözü buz gibi oluyor insanın, çabuk ısınması için)
Yedek çamaşır ve üst x2 (hesapta olmayan bir uzama oldu yatışta, yedeğin yedeği lazım) Kirli çamaşır poşeti.
Kettle. Fincan. Çay kahve. Tepsi. (Bulaşık yıkanıyor er geç) Islak havlu. Kağıt havlu. Kolay giyilen kaymaz terlik. Çöp poşeti. Pipet. (Yatan hastaya su içermek çok zor. Biberon filan düşündüm)
Şarj aleti. Hatta üçlü priz. Kullandığınız ilaçlar. Diş fırçası.
MOFO yepisyeni bir deyim. Diyenler utansın, “fear of missing out” anlamına geliyor. Yani “bir halttan geri kalmayayım” korkusu.
Adamın ocağını söndürebilecek bir bozukluk bu. İnternet önümüze günde 70 ciyuvbayt hızla yeni uygulamalar, yeni fenomenler, yeni ürünler, yeni herbirşeyler dökerken, sadece iki gözümüz ve birkaç saatimiz olduğundan miniminnacık bir dilimini ısırabiliyoruz bu dağ gibi pastanın.
Stres yapıyor. Gerginlik üretiyor. Korku pompalıyor. Bu hastalığa kapılan kişi sosyal medyayı elekten geçiremiyor. Süzgeçten süzemiyor. Ya bir şeyi atlarsam? ya benim haberim olmadan mühim bir şey olur da bir tek ben duymazsam??
Kuyu gibi derinleşen, birbirine eklenerek ilerleyen twitler mesela, tam bir tuzak. o ne dedi, öbürü ne cevap verdi, yorumun yorumu, yorumun yorumunun yorumu derken ağa bir yakalandın mı saatlerin gidiyor. Üstelik vardığın yerden de memnun olmuyorsun, çünkü sen bununla ilgilenirken kimbilir X konusunda Y ne anlattı?
Tatminsizlik büyüyor, boşluk hissi, normal hayatını aksatmak; uyku ve dinlenme saatlerinden vaz geçip “boş beleş işler” takip etmek; sahip olmadığı paranın olası yatırım değerlerini ya da yapmadığı sporun maçlarını, oyuncularını izlemek; sağlığınla ilgili ilgisiz varsayımsal durumlarla ilgili o doktor senin bu hacivat benim tedavi kovalamak; gecenin körüne kadar telefona bakmak, sabah gözünü açar açmaz yine eline telefonu almak.
Üstelik başka birinin hayatına ve gösterdiklerine aşırı düşkünlük yüzünden özsaygı yerle bir oluyor. Ayrıca bu psikolojik baskıyı kullanan firmalar malını satabilmek için müşteriye kendi sitesi ve uygulaması dahil yirmi farklı uygulamada yirmi farklı fiyat indirimi/ödeme koşulu sunuyor ve alıcıyı “ya bunu kaçırırsam.. hemen kapayım” oltasına takıyor.
Sofrada, aile ortamında, sevgilinin yanında, okulda elin biri hep kaydırıyor gözün biri hep dört dönüyor. . . .
. Hayat akıp giderken duymanız gereken endişeyi instagram akıp giderken duyuyorsanız;
. yapmanız gerek ve şart olan şeyleri geçiştiriyor, iptal ya da “bu seferlik böyle olsun” diye ihmal ediyorsanız;
. annenizi ya da çocuğunuzu yarım kulakla dinleyip helaya bile telefonla gidiyorsanız.. terapi almanız lazım.
Hadi biz televizyon çocuğuyuz, bağımlılığın bir türünü zaten yaşadık, şerbetliyiz. Eldeki veletlerin tüm dünyası minnacık ekrandan gördükleri kadar bir şey oldu. Fiziksel dünyadan bir haz almıyorlar, basit ve uzun süren aktivitelerden kaçınıyorlar, kelime dağarcıkları minimal seviyede mümkünse emojisini “bırakmak” iki kelime yazmaya tercih edilir durumda. Yolda yürürken, araba kullanırken bırakmıyorlar telefonu. O ışık her suratta, o surat öne eğik bir başa mahkum.
Ekmeği nereden alacak bunlar? Sadece kör insanlar yaşama hakim olacak sanırım.
İlk hasta/yaşlı bakımevleri manastırlar. Manastır hastaneleri var. Manastır bahçelerinde tıbbi bitkiler yetiştiriliyor ve kitaplıklarında bilinen tıbbi el yazmaları kopyalanıp paylaşılıyor. O dönemde manastırda hizmet eden de rahibeler.
Birbirlerine “Sister Mary”-“Soeur Marie” diyorlar. Rahipler de Father oluyorlar. “Hepinize babalık- bacılık yapıyoruz, bizden korkmanıza gerek yok” gibisinden. (*)
Türkçeye geçerken “peder” olarak çevriliyor. Rahibe de kız kardeş anlamında “hemşire”. Hemşirelik mesleği uzun yıllar kadın mesleği olarak biliniyor. Profesyonel okullu hemşirelerde artık kadın erkek ayrımı yok. Bir sürü erkek hemşire var.
E arapçada dişi e eki alıyor madem, “Nuri-Nuriye, Naci-Naciye, Cahit-Cahide, Hamit-Hamide” gibi…
Hem müdür müdire, hakim hakime gibi arapça kökenli mesleklerde erkek kadın farkı var…
Hemşire de dişi.. bunun e’sini silersek erkek olur diye düşünen sivri zekalar erkek hemşirelere “hemşir” demeye çalışıyorlar.
Ama denmez. Erkek kadın fark etmeden, doktor, mühendis, avukat, eczacı, öğretmen ve hemşirelere sonuna “bey-hanım” getirerek söylemeliyiz. Doktor hanım, mühendis hanım, avukat bey, eczacı hanım, öğretmen bey, hemşire bey.
Yine oldukça gerzek bir biçimde, orijinali “steward-stewardess” olan kabin memurluğu bizde “host-hostes” olarak (evsahibi anlamında) yerleşmiş. Ona bir çare yok.
Neyin online olanı yok ki? İnterneti seviyorum. Hemogram sonuçlarımı yorumlatmak için gece yarısı (23:00) bana doktor sağlayan interneti çoook seviyorum.
Danıştığım doktorum, whatsapp üzerinden görüşerek bana gereken cevapları iletti. Allah razı olsun.
İhtiyaç olursa 24 saat BİLGİ ALACAĞINIZ, ÜCRETLİ online doktor servisi: Tık
DİKKAT: bu siteden alacağınız bilgi, kendi doktorunuzun yapacağı yüz yüze muayenenin bir alternatifi değildir. Site içerisinde doktorunuzla yaptığınız görüşme ile size tanı ve teşhis konulmaz ve tedaviniz düzenlenmez. Site içerisinde bulunan bilgiler bilgilendirme amaçlıdır. Bu bilgilendirme kesinlikle hekimin hastasını tıbbi amaçla muayene etmesi veya tanı koyması yerine geçmez
Çinliler mi tasarlayıp dünyaya saldı yoksa gerçek bir virüs mü? Yarasadan mı çıktı yarasa mı virüsten.. uzatmayalım. Kafam çorba gibi, pozitif test edilenler gördüm, iyileştiler. Ölenler de tanıyorum. Maskesi çenesinde gezen hırtlar var, bir yandan da dezenfenktanı nefes alır gibi dört tarafına sıka sıka bir hal olanlar..
Bilmiyorum. Bir virüs olduğuna ikna oldum. Neden nasıl bir gün ortaya çıkar. Şimdiye kadar bağışıklığım mı yüksek de kapmadım, yoksa kasımda yatak döşek yatıp vasiyet verdiğim grip buydu da bağışıklığım oluştu mu onu bile bilmiyorum.. ki virüs de dansöz gibi kıvırıyor rna’sını. Bağışıklık sabit değil ki..
Ben kendimi az çok kollayabiliyorum. Fi tarihinden beri huysuzumdur zaten, kapı koluna asansör düğmesine dokunmam. İnsanlara sarılıp sarmaşan biri de değilim. Maskeyi de 24 saat taksam rahatsız olmam. Ama çocuklar malesef oldukça tecrübesiz ve olayın da tam farkında değiller..
Virüsü yabancı sitelerden izliyordum. Biri 7. sınıf biri 11. sınıf olan çocuklarımı ülkemizde virsüten ilk vefat eden eczacıyı duyduğum gün okuldan çektim. Kesin bir tedavi bulunana kadar da okula yollamayacağım. Ortason ve lise sona geçen ve önemli birer sınava hazırlanan çocuklarımla evden eğitime devam. Sınıfta da kalınır, sınavlar da tekrarlanır.
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi..
Iki hafta sonra düzeltme: iki gruba da okul yolu gözüktü, resmi olarak açılmadan önce telafi destek için okula döndüler. Tedbirler yeterli ve öğrenci sayısı çok az. Şimdilik okul başladı.
Bir zamanlar yazmıştım. Bebek iri, leğen kemikleri darsa forsepsle doğurtuyorlar.
Forseps izleri
Hem kafatasımda sağlı sollu forseps göçükleri var, hem iki köprücük kemiğimi de kırarak doğurtmuş beni.
40 yıl önce başarılı sezaryen var mıydı? Bilmiyorum. Eh, canlı doğmuşum en azından. Akabinde annemde gelişen enfeksiyon ve uzun bir antibiyotik tedavisi sayesinde anne sütü de alamayıp sma (esema) bebeği olmuşum. Maşallah fıstık gibi de büyüdük. Ama işte.. keşke…
Vajinal doğum yapar mıyım? Asla! Bir de “normal doğum” demiyorlar mı? Buyur normali, doğalı bu. Organik.