Category Archives: konuk yazar

Ülkenin en eski blogunu okumaktasınız.

Blog’un weBLOG/internet günlüğü olduğunu bilmeyen bir çok insan var. Kişisel günlüktür bunlar. Kozmetik ya da yemek blogu olmaz. VE evet, bloğum diye yumuşak ge ile de yazılmaz.

Buralar benden sorulur derken ciddiyim. Çünkü 10 yılı geçti blog yazarlığım. Daha nice on yıllar yazacağım.

Bloglar ve Bloggerler üzerine bir araştırma yapan; geçen yıl İstanbul üniversitesinde Blog yazarları çalıştayı düzenleyen ve kendisi de ülkenin en eski bloggerlerinden biri olan Evren, uzun zamandır yaptığı araştırmaları yayınladı.

bana gelen maili şu şekilde:

Merhaba İpek,
Epey bir süredir Türkiye’nin en eski ve hâlâ güncel blogları listesini hazırlamakla meşguldüm ve nihayet yazıyı yayımlayabildim.
Sen de ilk Türkçe bloglar arasında yer alıyorsun. Blog yazarlığındaki istikrardan ve Blog kültürüne sağladığın katkılardan dolaya seni tebrik ediyorum.
Listede yer alması gerekirken gözden kaçan blogların da haberdar olması adına listeyi paylaşman faydalı olabilir.
İyi çalışmalar diliyorum.
Doğrusu heyecan verici.

Kendimle gurur duyuyorum. İnternetin adını ilk duyduğum mecra olan Yurtsan Atakan’ın Hürriyet gazetesindeki yazıları (90’lar), ilk mailimi almama vesile olan Atilla Atalay ve “blog açsana” diyen babamın desteği ile internetteki varlığımı 96’dan beri sürdürmekteyim.

Eşimle icq’da tanıştık.

Kızım doğmadan önce anne-bebek yahoo gruplarına üye olarak bebeklerle ilgili herşeyi öğrendim. Çocuklarımı da internetle büyüttüm açıkçası.

Sonra da çocuklarıma mirasımı dile getirebilmek için, özgürce konuşabilmek için, kendi blogumu yazmaya başladım.

Şu an, internet benim hayatımın çok önemli bir alanını kapsamakta. Geleceğin internette olduğuna inanıyorum.

Müteşekkirim.

Bir şekilde arama yaparak bloga gelen ve yazılarımı okuyan, paylaşan, yorum bırakan herkese.

 

Reklam

5 Yorum

Filed under ben yazdım, bilgisayar, blog işleri, internet, konuk yazar, severim paylasirim

Çipli Ehliyet Almak Sürücü Belgesinini Yenilemek

Hazirlop yazilari seviyorum.

Çocukla Gezeriz Biz

01/01/2016 tarihi itibari ile 5 yıl içinde ehliyetlerinizi değiştirip yeni tip sürücü belgesi almanız gerekmektedir.

12514028_453467898196232_6486196805734810990_o

Yurtdışında zaten normal ehliyetiniz ile araba kiralayıp sürebiliyorsunuz. Biz şu ana kadara Avrupa’da yaklaşık 13.000 km yol yaptık . Bunun 2500 Km’sini kendi arabamız ile Yunanistan Makedonya’da kalan 10.500 km sini değişik zamanlarda gittiğimiz yerlerde hava alanından kiraladığımız arabalar ile son  3 senede sürdük. Bu 3 senede 10.500 km’yi sırası ile İtalya, İsviçre, Almanya, İspanya, Fransa’nın bir kısmı , Avusturya, Slovenya, Belçika, Hollanda, Prag ve Slovakya ‘da yaptık. Şimdiye kadar yollarda ehliyet ile ilgili hiçbir sıkıntı yaşamadık, hiçbir trafik cezası almadık.

Kendi aracımız ile Yunanistan’dan geçerken bu yıla kadar uluslararası ehliyet ücreti ödüyorduk ki bu ciddi bir maliyet oluşturuyordu. Özellikle zahmetli bir evrak hazırlama ile schengen vizesi alınca bizim gibi gezmeyi sevenler bu vize sürecinde mümkün olan en fazla yeri görmek istiyorlar vize için iyi para bayılıyoruz çünki .. Yeni çipli ehliyetler ile artık…

View original post 221 kelime daha

Yorum bırakın

Filed under araba, gezen güzel olur, konuk yazar

Kimdir bu Sebastian??

Kim bu Sebastian? Ortalık yıkılıyor twitter’dan instagram’dan feysten üzerimize akıyor..

Fenomen oldu.

<Bilmeyen çok kişi var, o zaten fenomendi.. Çakma Sebastian’lara ve söylediklerine aldırmayın.

Sebastian, Majesteleri Eray’ın sadık uşağıdır hanımlar beyler… Tanışmanızı ve buluşmanızı çok istiyorum.

Fotoğraf

Bu ve benzeri bir ton karakterin yaratıcısı değerli mizahçımız Atilla Atalay‘ın 22/06/2014 tarihli yazısının bir kısmını alıntılıyorum, açın devamını da okuyun:

 

“Durum benim hatta tüm mizahçıların çoktandır alıştığımız bir şey. Sosyal medyanın gelişimiyle mizah dergilerinin her şeyi kamuya hepten açık zaten. Moda deyimle “Sıhıntı yoh” yani… Beni de hatırlayan olunca Sebastiangille beraber ayrıca seviniyoruz tabii… Hatırlamayanın da canı sağolsun:)) Yıllarca emeğimizi açıktan sömüren TV ve film yapımcılarının, reklamcıların yaptıkları yanında sosyal medya üretkeni kardeşlerimizin bu türden anonimleştirmeleri en doğal hakları hatta onur verici…
Yalnız iş tersine dönünce az biraz içim burkulmuyor değil. Vaktiyle bir TV eleştirmeninin Sabah Gazetesi’ndeki köşe yazısında ortada on yıllık Sıdıka öykülerinin biriktiği yayınlanmış bir kitap dururken beni “Sıdıka’yı Bir Demet Tiyatro” dan araklamakla” itham etmesi gibi; günün birinde ERAY kitabıyla karşılaşan şirin bir kardeşimizin benzeri bir ithamda bulunması, şu ortamda gayet mümkün…
İşi araştırmacılara, eleştirmenlere, mizah tarihçilerine filan bırakmak en doğrusu. Ama bu konuda da maalesef pek fazla insan yok. Olanların bir bölümü de, hobi düzeyinde ve bu alandaki boşluktan yararlanarak kendilerini bu işe atamış kimseler. Hatta iyi birer mizah dergisi okuru oldukları bile söylenemez. Yani geriye yine sosyal medya kalıyor:))
O yüzden İletişim Yayınları’ndan çıkan ERAY kitabı dışında digital bağlamda da iz bırakmak için, Lmanyak Dergisi’nin 200. Özel sayısı için kitlesine uzun yıllardan sonra bir kez daha seslenen Majesteleri Eray’ın ilgili yazısını buraya koyuyorum.
Hemen ardından, sadece ilgilisinin okuması için Prof. Dr. Ünsal Özünlü’nün “Erayoloji” adlı bir dil bilimsel makalesi yer alıyor.”

 

ERAY 200. Lmanyak Özel Temmuz 2012

            Lütfen dikkat: Şu anda LManyak Dergisi 200.Özel Sayısı için Majesteleri Eray tarafından hazırlatılmış bölümde bulunuyorsunuz.

            Yazıya retina taramasıyla alınacaksınız. Yazı boyunca sayfa içerisinde dolaşan köpeklere yiyecek vermeyiniz. Onüç yaşından küçük çocukların yazıyı veliisiyle beraber okuduğundan emin olunuz.

            İçeriye 500cl su şişesinden başkaca bi cisim ve/veya kasık biti, sea monkey, mayasıl, larva vb gibi canlı organizmalar sokulması, yüksek sesle konuşma, gülüşme, “doğal olmayan cinsel birleşme” vb kesinlikle yasaktır.

            Yazıyı büyütüp küçültmek için üzerinde tuhaf parmak hareketleri yapmayınız. Sayfa kağıt ve matbaa mürekkebinden yapılmış olup tıklama, sürükleme, avuçlama, çimdikleme, dırnak sürtme, toynak darbesi, Smart TV ye fırlatma, “layk etme” gibi hareketlerinize yanıt vermeyecektir, yırtarsınız o olur.

            Hızla okunması, dimağ karıncalanması, dağarcıkta darlanma, şuur bulanıklığı, havsala çökmesi, fikir fıtığı ve istenmeyen gebeliklere sebep olabilir.

            Az sonra dört iklim yedi cihan, iki işletim sistemi; galaksiler ve paralel evrenler majestesi, ulu insan, kusursuzlukla mükemmelliğin uç beyi, devlet adamı, örnek kişi, numune şahıs, yeri geldiğinde şefkatli bir reis, yeri geldiğinde semt fitbolunun alt yapısından yetişmiş kalender kişi, bazen yırtıcı bir hatip, kimileyin sosyolog, icabında psikolog, doğuştan pedagog, çekirdekten yetişme anatomi uzmanı, kendini geliştirmiş jinekolog, yetenekli bir asabiye mütehassısı ve asabi, büyük mimar, herşeyden evvel muazzam bir ticaret dehası, karizmatik, sürükleyici, şoketatar (şok edip atan kişi), disiplinperver, mega, giga hatta tera, ultra, sonsuz üzeri sonsuz kere zeki, çığır açıcı, dizayn edici, çözüm üretkeni kişi, doğal lider Eray kitlesine seslenicektir.

            Sebastian, harflerimi getir ordan, parantezleri kutularından çıkar, virgülleri yağla, kitlemi şaklabe işleminden geçir (şaklabanlık sevimlilik reveransları yap) şiringeçlerini filan aç, hoşgeldin, beş gittin yap.

            Eee nasısınız bakalım kitlem. Uzun zaman geçti, bana aitlerim. Ben buralarda yokken umarım başkasının camiası olmayı aklınızdan bile geçirmemişsinizdir. Kitle dediğin kaypak olur. İki dakka ortalıkta görünmeyince hemen gidip başkasına fan, hayran, fanatik felan yazar kendini. Sebastian bile ben iki saat kaybolunca gidip Demet Akalın Fun Club’a felan üye oluyo, Kuntik Girls Dizisi’nin setine seyahat şansı için gazoz kafası (kapak), hışırtılı cips naylonu felan biriktiriyo, çeşitli face gruplarının “like butonu” nu lik lik ediyo, açıkhava konserlerine gidip sahnedekilerin attığı takma kirpikleri felan kapıcam diye uğraşıyo, kendini paçoz badigartlarına dövdürüyo… Falan…

            Biyere ait olmak istiyosanız bana ait olun kitlem. Allahıma şükür, sizi geçindiricek, mayışım, tükanım arabam felan var, hepinize bakarım. (Sebastian buraya kahkaha efekti koy, smaylilileri yak, asşdahfşahasada, harflarini arka arkaya diz)

            Lemanyak Dergisi’nin 200. sayısı nedeniylen özel bir yazıyla kitleme hitap etmem istendiğinde, naapıcağımı bilemediğimden bi süre uşağım Sebastian’ı dövdüm. (Böyle aklım bişeyle meşgulken onu dövmek bana iyi geliyor, zihnim dinleniyor, kafam boşalıyor) Bunca yıl sonra ne yapacaktım, neler yazmalıydım, Sebastian niyçün giderek morarıyordu? Sonunda kitleme genel olarak bir “hitabe” yazarak, hitap etmeye karar verdim…

            Hitabet sanatımı getir Sebastian!

            * Kininize sahip çıkın sevgili camiam. Sizin beslediğiniz kini başkasının beslemesine izin vermeyin. Bi ara sadık uşağım Sebastian “Kininizi bugün ben besledim majesteleri” diyerek beni uzunca süre kandırdı. Neden sonra “du bakiim gidip bu gün şu kinimi kendim besliyim” diye gittiğimde bir de baktım ki. Kinimin yerinde yeller esiyo. Artık orada bir şevkat beslenmeye başlamış,semirmiş kocaman olmuş. Neyle beslediyse kini, bozmuş atmış Sebastik uşak parçası. Benim elceğizimle ışık göstermeden, kuyruğunu felan keserek, dikenli tasma ve elektrikle  büyüttüğüm o vahşi kin gitmiş yerine yavşakça bir şevkat hissi (duygu) gelmiş. Yavrulayıp ürer felan diyerekten oracıkta boğdurtdum eski kinimi… Kinden başka his beslemeyin çiftleşip birbirlerine karışırlar, sizin de kafanız karışır…

            * Sebastian hariç hepiniz üreyin. Eray Camiasına yeni neferler, doğurgan dişiler lazım. Küçük bir bilgi notu: Doğurgan dişinin leğen kemikleri geniş olur. Ööle “sıfır beden” filan diye kasanlar bi çocuğu dört taksitte doğurabiliyo. Baktın mı çatısı geniş olacak, bir batında sekiz yavru kapasitesini garanti ediceksin… Majestelerinin, yeni dükleri düşesleri, lordları baronesleri, başbayii ve distürübütörlükleri (distürü eden: dağıtan), françayzingleri gezegenin hiir yerine dağılsın, cümle AVM’ler Erayinmanlarla dolsun….

            * Sözün burasında kendime hitabediyorum. Ben de evleneyim yahu artık. Karekatör kahramanı, miyzah tipi felan… Neticede dizi film karekterleri bile evlendirilmek suretiyle cemiyete camiaya daha hizmetkâr hale geliyorlar. Misal, Behzat Ç Amirim bile (Hayırlı vazifeler abi, semtin çocuğuz) evlendi, akabinde sezon finalini dul olarak yaptı amma olsun. Ha keza Bir Kadın Bir Erkek dizisinde yeni bir yuva kuruldu… Eh Eray da, majeste felan amma kursun yuvasını rızkına baksın. Ama tabi bizim dünyamızda mecburen karekatör bir tiple evlenmemiz gerekiyor.

            Bayan Yanı’ndan Sıdıka’yla ya da Leman’dan Bunalgül’le felan evlensem olmaz şimdi, akraba evliliğine girer. Allah muhafaza çocuklarımız kusursuz, düzgün felan olur. (Karekatör tipler, padılcan burunlu, yamrı yumru kimseler oldukları için akraba evliliği sonucunda düpedüzgün dünyaya gelip miyzah  piyasasında aç kalabilirler)

            Bahadır Boysal’ın çızdığı hatunlardan birinin kapısını çalsam, evlenmek ne kelime, karı elimi kana bulattırır, suçu Sebastian’a yükleyip uşaksız kalırım.

            Behiç Pek’in çızdığı Toros’la Hamile’deki Hamile, zaten gebe bir tip, neye elin çocuğunu nüfusuma alayım.

            Can Barslan’ın çizdiği Dedektif Sanlı’nın maceralarda gözükmeyen Semiramis diye bir kız kardeşi varmış, Ati Bey’den Can Bey’e haber yollattım. “Çikolata yaptırıp gelelim” deye, Semiramis Hanım “Egosu yüksek” diye beni beğenmemiş. Majesteyiz kızım, boru mu, tabi egomuz yüksek olucak.

            Gökhan Dabak’ın tipi Deli Cevat “Boing Burhan, sen ben üçümüz bir yuva kuralım” diye geldi, ona da cemiyet hazır değil, dergiyi taşlarlar…

            Yine eski Lmanyak tiplerinden, Cengiz Üstün’ün çızdığı Mokar Hastası Nihan’a Sebastian’la haber yolladım, Nihan’ın Sebastian’a yaptıklarını burada yazamayacağım. Cemiyet hazır değil gene, işlerim bozulur, sittin sene ihale, mekân ruhsatı felan vermezler, bitirirler beni. Yalnız şu kadarını söyliyim Nihan’ın ettikleri yüzünden Sebastian’a ilk kez ben bile acıdım…

            Neyse olmadı yani, du bakalım kısmet ama belki şöyle yeni çıtır bi tip çıkar, onlan girerim dünya evime.

            Sebastian, hitabet kitimi kutusuna koy. Vedalaşma menüsünü aç…

            Sevgili kitlem; cinler camiası, hinekologlar (hinik fırlamalık uzmanları), şirindirik oluşumlar, zekâ Tokileri, sevimlilik aplikasyonları, yıllar sonra sizinle görüşmek hakikaten güzeldi, hislendim, duyargalarım tutkuyla açılıp kapandı. (Yeşil ledlerim yandı) sevinç gözyaşlarımla mazmaza ve garagara ettim. Uygun olursam L’manyağın 500. sayısında felan gene hitap ederim ben size. Az sonra geleneksel Majesteleri Eray Ünvan Töreni var, titr saçıcam, taytıl yağdırıcam. Sebastian kitlemi mavi salona al…. Çekilebilirsiniz, öpsün sizi majeste. Al kırmızı halıyı, ört spotu, boşları topla.

GELENEKSEL MAJESTELERİ ERAY ÜNVAN DAĞITIMI…

 

            Lmanyak Dergi Editörü Bay Aslan Özdemir’e, Majesteleri Eray Dolapdere Granddüklüğü, Kaligraf Bay Fatih Kaan’a Eray Üstün Hizmet Nişanı, bir TOKİ dairesi, bir de bebek… Müessse Müdürü Baş Haznedar Ali Bey’e Majesteleri Eray İmam Adnan Sokak Lordluğu, Teknik Sekreter Bay Aydın Şahin’e Trabzon Ve Havalisi Özel Yetkili Baronluğu, Lmanyak Halkla İlişkiler Sekreteri Ören Dayan Asiye Uludağ’a Bakingam Baronesliği, Bay Murat Yüceşan’a Makintoş Markiliği, Bay Fikret Özdemir’e Majesteleri Eray Cesaret ve Liyakat Nişanıyla beraber kendi adına para basma ve pul çıkartma yetkisi verilmiştir. 

Yorum bırakın

Filed under internet, kültür, konuk yazar, severim paylasirim

SAVARONA (Konuk yazar)

10 Temmuz, İstanbul yakınlarında
GÜNAYDIIIIIIIIIIIIIIIINNN…
2 gündür SAVARONA’nın Reza tarafından kiralandığı haberlerini okuyarak içim acısa da, geleceğe ümitle bakmak istiyorum ve sizlerle birşeyleri paylaşmak istiyorum..
Yıl 2010… Yönetim kurulunda çalıştığım ATATÜRK’ün kızlarının eğitim aldığı, Cumhuriyet’ in ilk kız lisesinin ( İstanbul Kız Lisesi) 99. yıl etkinliklerini planlıyoruz.. Tarih belli. 10.10.2010 ama yer araştırıyoruz..Eşimden bir öneri geliyor. “Savarona’ da yapsanıza..”.. Çok ütopik gibi gelse de şahane bir fikir… “Atatürk’ün kızları, Atatürk’ün yatında..” O kadar anlamlı ki kendimizi orda hayal edebilmek bile tüyler ürpertici !
İşletmecisi Kahraman Sadıkoğlu’nun Atatürk’çü düşünce yapısını da bildiğimiz için kolları sıvıyorum. Mezunlarımızdan bir arkadaşımızın yardımıyla da Kahraman Sadıkoğlu’na ulaşıyoruz.. Kahraman Bey işletme müdürünün mail ve telefonlarını veriyor konuyla ilgili detay bilgi için.. Yazışmalar, konuşmalar derkennnn bir gün telefon geliyor…
O sırada babacığım hasta olduğu için, annemlerde kalıyorum, annemlerin evinde yağlı boya yapıyorum, ellerimde eldivenler.. Eldivenleri fırlatıp atıyorum telefondaki ismi görünce…
Kahraman Bey, 10.10.2010 da Savarona’ da etkinlik yapmamızı onaylamış ama kurallara uymamız gereğiyle.. Neyse kurallar yazılı gönderilecek göreceğiz ama; ücreti sormaya dilim varmıyor….Bizim bütçemiz belli…tüm cesaretimi toplayarak bütçeyi soruyorum… ÜCRET TALEP EDİLMİYOR… Coşkum anlatılır gibi değil… Önce eşimi, sonra dernek başkanını arıyorum bu müjdeli haberi vermek için… Neyse daha sonra görüşmeler başlıyor. Savarona’nın kuralları geliyor.. Bir çivi bile asmamız yasak.. Tabii ki normali de bu , tarihi dokuya saygılı olmamız gerek.. artık günler heyecanla geçiyor. Yönetim kurulu üyeleri , 30 lu yılların başındaki kıyafetleri diktirtme kararı alıyor. Belgesel hazırlatıyoruz, davetiyeler basılıyor ….
Derken o kapkara 28 Eylül 2010 günü geliyor… Nebil Özgentürk’le belgesel görüşmesine gitmek üzere evden çıkmadan önce, anacığımı arıyorum, 2 gün önce yanlarındayken durumu çok iyi olmayan babacığımı sormak için….Malesef kötü haberi alıyorum.. Annem çok hissettirmese de babacığım ın son anları olduğunu hissediyorum, başkanımıza görüşmeye gidemeyeceğimi söyleyip ablam ve yeğenimi alıp babacığıma gidiyorum ama; maalesef yetişemiyorum…
Maalesef babamı kaybediyoruz o gün…
Akşam üzeri dernek başkanı arıyor, Savarona’ da ki felaket haberi, fuhuş skandalını söylüyor. Malum evimizde tv açık değil, olaydan haberimiz yok dolayısıyla.. İki felaket aynı güne denk geliyor benim için…Hiçbir zaman doğruluğuna inanmadığım, detaylarını işletme müdürüyle sonrasında da görüştüğümüz sözde fuhuş skandalı… Dernek başkanımız ani kararıyla kokteyli Pera Palas’ a aldıırtıyor.
Ben olsam; ASLA , SAVARONA’ dan VAZGEÇMEZ, KAHRAMAN SADIKOĞLU’NA ÖZELLİKLE DESTEK OLURDUM… ama; yaşadığım acı nedeniyle zaten bunu düşünecek ve savunacak durumda da olmadığım için durumu kabulleniyorum…Atatürk’ün kızları olarak, o yata gitmek, sürülen o lekeyi de temizlemek çok güzel olurdu şu anda aynı şeyler yaşansaydı ve de benım koşullarım farklı olsaydı, SAVARONA’ da 99. Yıl kokteylini mutlaka yapardım!
Son günlerdeki SAVARONA ile ilgili gazete haberlerini okuyunca, ATA’mızın kemiklerinin benim de yüreğimin sızladığını hissediyorum…. Umarım bir gün herşey düzelir… Umudumuzu asla yitirmemiz dileğiyle.. AYDINLIK GÜNLER olsun hepimiz için…Hayallerinizin peşinde koşun.. Hiçbirşey imkansız değildir…
Gülşen Garipler

Yorum bırakın

Filed under insan olmak, kültür, konuk yazar, severim paylasirim

Bir babalar günü yazısı – Konuk yazar Şebnem Çavuşoğlu

Şebnem benim on yıllık internet arkadaşım. Yüz yüze gelmedik hiç ancak kalp kalbe çok geldik. İzniyle bu yazısını paylaşıyorum.

 

Adamın biri Hazreti Peygamber’e gitmiş, nasihat istemiş.

“-Baban vefat etti mi” diye sormuş Hazreti Peygamber:…

“-Etti, ya Resulullah” demiş adam…

Hazreti Peygamber, “Öyleyse sana nasihat olarak babanın vefatı yeter” cevabını vermiş.

Annem hayatımızda bizi koruyan, kollayan, kayıran, kıyamayan, gerçekleri değiştirip bizim hoşlanacağımız hale getiren kişi olarak var oldu. Hala öyle. Başımızdan eksik etmesin. Hayallerimizi paylaştığımızda biz üzülmeyelim diye “OLUR OLUR hepsi OLUR”cu Annem, hayallerimzie bizden çok inanan, isteklerimize hayır demeyen, realitesinin olup olmadığını sorgulamayan, olması için sonuna kadar destekleyen kişi oldu. Babam hayatımızda düzeni, istikrarı sağlayan, güvenen, üzülüp üzülmeyeceğimize aldırmadan, gerçekleri söyleyen ama son kararı bize bırakan kişi oldu. Hayallerimizi, isteklerimizi ölümüne destkledi ama olup olmayacağına inanıp inanmadığını da söyledi. “OLMAZ AMA SEN BİLİRSİN”cindi O. Biz üzülsek de, kırılsak da doğru bildiğini saklamadı.

İşte babamız gidince öte tarafa, bizim ayaklarımız o zaman yere bastı:( Meğer gerçeklerin yüzümüze vurulması,Muhalefet bir gücün olması ne kadar da vazgeçilmezmiş.

İşte bu yüzden ÇOCUKLAR BABALARI ÖLÜNCE BÜYÜYOR. Sana kıyamadığı için her dediğine onay veren ,tüm isteklerini gerçekleştirmek isteyen “HAYIR” diyemeyen “HER ŞEY OLUR ÜZÜLMEYİN” diyen bir anne. Sana kıyamayan, ilerde üzlmemen için önceden sana olabilecekleri söyleyen gerektiğinde”HAYIR” diyen “İSTERSEN YAP AMA OLMAZSA ÜZÜLME” diyen baba.

İşte bu yüzden BABAMIZ ÖLÜNCE HAYALLERİMİZDEN DAHA ÇOK UZAKLAŞIP YÜZÜMÜZÜ GERÇEKLİĞE DÖNDÜK VE BÜYÜDÜK!

Şebnem Çavuşoğlu

Yorum bırakın

Filed under aile, çocuk, konuk yazar, severim paylasirim

An afghan as a symbol of regret…

Anneanneciğim… :(

All Things Work Together

My sister and I found scissors everywhere... scissors we could never find when we needed them, of course. These are a sampling, with a backdrop of the afghan I saved. As we packed my mother’s belongings, my sister and I found scissors everywhere… scissors we could never find when we needed them, of course. These are a sampling with which we awkwardly spelled out “MOM,” with a backdrop of the afghan I saved.

My husband noticed something was wrong.

At first I hesitated. Then I told him, “No, it’s stupid.”

“I can tell something is wrong, what is it?”

“You’re going to think this is stupid. Actually, it is  stupid. Ridiculous… [long pause]

“… Last night, I dreamed of an afghan.”

Lest he think I meant an Afghan rather than the knitted blanket I envisioned, I hurriedly clarified:

“I have been thinking of the afghan I didn’t take from my mother’s house — and wishing I had. Last night, I dreamed that I got the afghan back; this morning, I awoke and found I hadn’t… It’s stupid. It’s…

View original post 1.137 kelime daha

1 Yorum

Filed under konuk yazar

Duble Yollarda, Duble Mutsuzluklar

"Kakara Kikiri"

Çok hevesim kaçık hakim bey.

Bugünlerde olan biten beni “duble” üzüyor.

Onca insanın bok yoluna gittiğine mi yanayım, yoksa yetkililerin meşin suratlarla sorumluluğu zerre kendinde görmemelerine mi, bilemiyorum. Durumun özeti: “her makamın kaymağını pek güzel yeriz, ama ters giden bir şeyler oldu mu da hoop suçlu şurdaki günah keçisi”

“Sizin ananıza küfretseler öyle durur muydunuz?” diyebilip vatandaşa yumruğu, tekmeyi haklı bulanların “Yahu eşim dostum, babam, oğlum ölse ben de isyan eder, yetkililere küfrederdim.” diyememesi beni fena umutsuzluğa sürüklüyor.

“Soma’daki maden kazalarının sebebi araştırılsın” önergesini reddetip, sonra pişkince “muhalefet de ısrar etseymiş canım” diyebilenler tarafından yönetilmek, üstüne bir de maaşlarını ödemek, aptal gibi hissettiriyor. Gerçi “gibi”si fazla.

Tek kelimesini anlamadığı Şivan Perver’in türküsüne göz yaşı döken güzide eşlerin, yalandan da olsa acı paylaşmak üzere hiç etrafta görünmemesi, beni benden alıyor.

Liste uzar. Ne diyelim Allah’larından bulsunlar mı?

Yok. Ben bu dünyada adalet tecelli etsin istiyorum.

Ah alanlar, ah etsin istiyorum.

Son sözüm şu: o istemdışı alıp…

View original post 90 kelime daha

Yorum bırakın

Filed under konuk yazar, severim paylasirim