Category Archives: ben yazdım

#annecantasi konusuna dalıyorum ve arttırıyorum..

#annecantasi konusuna dalıyorum ve arttırıyorum..

Şu elimizde gördüğümüz malzemelerin hepsi bir tek çantada yer almaktadır. Çantanın içinde iki mini çanta, sırf derleme toplama amaçlı iş görmektedir.
Çocuklar büyüdü de yanımda taşıdıklarımın miktarı ve özellikleri biraz indi..
Soldan sağa:
Yasin,
antiasit,
analjezik,
yara bandı,
ped,
törpü,
toka,
göz kalemi,
plastik kilit

düdük

yedek anahtar,
bir dolar
mini fener,
,fenerbahçe bilekliği
tarak
çakı
parmak kuklası
diş ipi
kilitli poşet
muhtelif yerlerin üye kartları
dolgunlaştırıcı ruj
dudak koruyucu
aynalı ruj kutusu
ruj
kalem
hıdırellezden kalma uğur parası
çakmak
göz damlası
gözlükler
defter
ruhsat
selpak
ıslak mendil
kafalık
el kremi
fotoğraf makinesi (pili bitti pil alınacak)
çeşitli fişler, kredi kartları slipleri

3 Yorum

13 Mart 2013 · 14:42

Anneannemden Masallar -iii- Başarının sırrı

Padişah Kızı ile

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın dünya güzeli bir kızı varmış. Kız güzellikte yeni doğan aya, “sen doğma ben doğayım” diyormuş. Hem de marifetliymiş bu kız, sağına döner kuran okur, soluna döner gergef işlermiş…

Taliplilerin beşi gider onu gelirmiş her gün. Padişah tek bir istekte bulunurmuş… “Kızımı alacak kişi kızımın dengi olmalı.. bir ineği iki eliyle tutup havaya kaldırabilmeli” dermiş..

Çünkü padişahın kızı has ahırdaki ineğini hop diye kaldırabiliyormuş… Padişahın kızını alıp da ileride padişah olmaya heveslenenler doğrudan geri dönüyorlarmış. Niyeti ciddi olanlar bile denemeyi göze alamıyorlarmış..

Kızı gerçekten seven bir de delikanlı varmış bu taliplerin arasında. Gözüne uyku girmiyormuş aşkından.. Ama bir inek öyle hop diye nasıl kaldırılır ki? Koç olsa neyse.. Düşün düşün perişan olmuş çocuk..

Bir gün, sultan hanımın dadısı bu çocuğun nasıl da süzülüp gittiğini fark etmiş. Gencin ailesini, anasını atasını tanırmış dadı. Kendi kızı gibi gördüğü sultan hanıma için için layık bulmuş delikanlıyı. Çağırmış bir kenara, işin sırrını deyivermiş…

– Bak oğulcağızım, sultan hanım kız bu ineği ilk doğduğu gün aldı kucağına.. sevdi okşadı her gün. Her gün kucağına ala ala, gün günden büyüyen dana inek olana kadar,  beraber kendi de güçlendi. Birden bire inek kaldırılır mı?

Delikanlı sevinçten çılgına dönmüş. Hemen yeni doğmuş bir danayla başlamış çalışmaya. Üç dört ayda, bir ineği kaldırabilecek kadar güçlenmiş.

Padişahın huzuruna çıkıp sultan hanım kıza talip olduğunu söylemiş. Getirmişler ineği, Hop diye kucaklayıp kaldırmış bizimki. :)

Padişah dönmüş kızına bakmış; kız da bu azimli, yakışıklı delikanlıyı beğenmiş, fikri nerden bulduğunu da anlamış ama çok da mühimsememiş.. Olur diye göz etmiş babasına.

40 gün 40 gece düğün yapılmış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.. Gökten üç elma düşmüş, biri masalı anlatanın, biri dinleyenin, biri de dersini anlayanın başına…

2 Yorum

Filed under çocuk, ben yazdım, kültür, severim paylasirim

Pilav iken yiyin….

Rahmetli babam anlatırdı..

Bir gün adamın biri bir restoranın önünden geçiyormuş.. Kapıda da garson çığırtkanlık yapıyormuş: (pilav iken yiyiin. Pilav iken yiyiiin)

Adam merak edip sormuş :Hemşerim ne diyorsun sen??

“Bak beyim” demiş garson. ” Bugün Pazartesi, ustamız çok güzel tereyağlı pilav yaptı. Bugün yedin, yedin. Yenmezse kalan pilavdan Salı günü dolma yapar.

Bitti mi? Bitmez artarsa, dolmadan kalanı Kadınbudu köfte olarak Çarşamba günü menüye koyarız. O da mı bitmedi, Perşembe günü Yayla Çorbası olarak gelir önüne.. Cumayı hiç sorma… Benden günah gitsin diye bağırıyorum ben de (Pilav İken Yiyiiin) diye.. ”

 

 

1 Yorum

Filed under ben yazdım, iştahlı işler, severim paylasirim

Giyim mağazalarındaki inanılmaz hata!

Çok kısa olarak yazacağım: benim (kadın, erkek, cocuk,ayakkabı vb ) her giyim mağazasında bir türlü anlam veremediğim şey, ürünlerin kendi aralarında gruplandırılmamış olmaları..

Tüm ürünler bedenlerine göre gruplandırılmış olmalı.

Mağazada daha fazla yer kaplayacağına eminim.. ama doğrusu bu olmalı, ben o mağazaya 40 beden etek almaya gitmişim, 40 beden etekleri bir arada görebilmeliyim.

Bir etek beğen, tezgahtar bul, tezgahtar 40 bedenini bulsun.. ya da başka model iste bir türlü bulamasın.. Çok vakit kaybı. almayacağım şeyleri görmek istemiyorum.

Eşime XL t-shirt alacağım diyelim, önce modellere niye bakayım? Bir tane beğeniyorum, “bedeni yok” diyorlar.

– E hangisinde var?

– Siz beğenin biz bakarız…

Olmuyor.

Ayakkabıcıya girdiğim zaman 38 numara ayakkabıların nerede olduğunu bilmeliyim, doğrudan orada çeşitlere bakmalıyım. (ki bunu yapan ayakkabıcılar var, biri de Derimod!)

Belki tam benim istediğim gibi olan bir gömleği es geçiyorumdur… Bilemiyorum ki, koca mağazayı gezmek zorundayım. Oysa doğrudan 40 beden bölümünde olsam, belki birden fazla ürünü bir bakışta beğenip alırım…

Özetle: kendime gomlek alacaksam nasıl kadın reyonuna gidiyorsam, erkek reyonunu da baştan aşağı incelemek zorunda değilsem, ürünler de bedenlere göre, müşterisine hitap etmelidir. Aynı kitapların kitapçıda konularına göre dizildiği gibi, ne bileyim hipermarketlerde kasap reyonu ayrı makarna reyonu nasıl ayrıysa, genel bir “yiyecek” teması altında değilse…

Tekstil ve ayakkabı mağazalarının da bedenlere göre dizilmesinin çok daha efektif olacağı kanaatindeyim..

2 Yorum

Filed under alışveriş işleri, ben yazdım, soruyorum

Sevgili Hayat

Kısa ve güzel bir şeysin ama anlamadığım şeyler var Hayat. Neden iki cins insan var? Neden kadın-erkek eşit haklara sahip olmasın diyor öbürküler? Neden türlü türlü fikirler var?? Neden illa ki ya Beyaz ya Siyah taraftan olmak lazım? İnsanlar ömürlerini siyahlığa ya da beyazlığa vakfedip karşı tarafı öldürmeye debelenirlerken GERÇEĞİ nasıl da ıskaladıklarını görememeleri yazık değil mi?

Neden insanlar aç ve hala içki-sigara parası bulabiliyorlar?

Neden çocuğuna söz geçirip falan diziyi izlemesine mani olamayan anne, kanala dizinin saatini değiştirtmek için mail atıyor???

Neden benim hoşgördüklerim beni hoşgörmüyor?

7 Yorum

Filed under ben yazdım, soruyorum

Ayol bu da aranır mı?

Daha önce de yazmıştım, bu yenisi. Son 30 günün Google aramalarindan seçmeler:

pinyata argo  (degildir)

kolay süper çayın yanına (oyle bir tarifim var aslında, dur ekleyeyim)

dişlek tavşan resmi (bilmiyorum ki)

sapıklık için telefon numaraları (oha! )

evlenme zarfı nasıl doldurulur (vergi iade zarfı geldi aklıma)

facebook ta profilde çıkan neler yapıyorsun yazısından kurtulma (o yazı virüs değil, facebook’un üyelerine bir ciciliği.. önemsiz yani, aldırma ona)

önce kapıya kimin ismi yazılır (Kapıya/zile kadının ismi yazılmaz. sadece erkeğin ismi ya da soyisim yazılır. “Selim Yılmaz”/ “S. Yılmaz” / “Yılmaz” şeklinde.. )

face bokta sahtekar kızlar (ah yazıık. neye çattıysa)

davetie üstüne sayın nasıl yazılır + bayan sn mİ yazilir ( artık bayan lafı kalktı arkadaşlar. “Sayın Selma Yılmaz” yazınız)

bir kizi yanagindan nasil opersin (mümkünse, yavaşça ve tükürüksüz bir şekilde.. önce kızdan izin almanda sonsuz faydalar da var. Kıza ahtapot gibi sarılma. Bir elinle belini tutsan yeter)

biz kadınlar neden molpet kulanırız (mini çakal seniii)

4 Yorum

Filed under ben yazdım, severim paylasirim

Düğüne gittim, gördüm, geldim. (pek vici bi durum olmadi)

Emmioglum evlendi.

Davetiyem, üzerine adım yaldızlı kalemle yazılmış şekilde elime ulaşmadan bir ay önce telaş sardı beni.

Gideyim mi? Gidelim mi?  Senin iş durumu müsait mi? İki gün izin al noolur yani? Bilet kaça? Yer var mı? Çocukları götüreyim mi? Hangisini götürsem? öbürüne kim baksa? Ne giycem????

Neticede iki-iki berabere kaldık. Aldım kızımı Antebe gittim.

Pegasus koltukları her zamanki gibi kramp girdirecek kadar dar. 36 beden koltuk yapmişlar. ben de 36 beden değilim… Koridordan koltuğa akışıp sığmak gerçek bir seyir oldu. Oturduğum yerden kımıldamadan 1 saat 15 dakika kalıp gibi uçtum.

Ama uçuş güzeldi. Kızıma sürpriz ikram olarak çikolata soslu meyve fondü almıştım. Ufak kesilmiş çilek, ananas ve bir bütün muz. Yaninda ılık çikolata sosu. Yarısını ben yedim. Gayet güzeldi.

Ucakta bilekliğimi düşürdüm :(( yakın zamanda kilidi bozulmuştu. Tamirden sonra ilk takışım idi.. Gittiii..

Gerçi “uçuşta daha büyük bir kayıp da yaşayabilirdin, canını kurtarmana say” diyen olduğundan pek dırlanmamaya çalışıyorum.

Bulana helal filan etmiyorum, çok severdim kendisini… Zaten garip bir huyum var, iki bileğim mi var? Birinde saat birinde bileklik. Ama yıllarca. Hiç çıkarmamasıya.. İki kulağim mi var, iki de küpem var… Küpeden sıkılırsam ya da, birden bire çok hoşlandığım bir küpeye rastlarsam, kulağımdakileri söküp tarttırıyorum ve yeni küpelerimle çıkıyorum kuyumcudan. Yüzükte de öyle… İki taneyse iki tane. üçüncü gelince eskilerden biri giderr..

Takmayacağım, dolapta çekmecede kalacak şeyi niye satın alayım?? Gerçi zarar ediyorum, biliyorum ama…

Her ne ise, bu kadar kuyum muhabbeti yeter..

başka neler oldu?

Gittiğimiz gece, ayaküstü kına gecesi yaptık mutfakta kendi aramızda ve gelin olmadan. Biz kına gecesini kaçırmış olabiliriz ama kına gecesi bizden kaçamadı :))

Düğün günü, topluca kuaföre gittik. Herkes bir süs bir püs.. Topuzlar, postişler.. Şahane. Gerçiiii, hiç kimse saçını beğenmedi, kuaförden çıkan, kendi kuaförüne gidip tekrar yaptırdı saçlarını. Ben de kızımın saçını kendim yaptım açıkçası, kuaför halledemedi.

Benim kısa saçıma ise, Hayko Cepkin modeli jöle atan arkadaşa “bravo” dedim. Tam olarak ne istediğimi anlayarak mükemmel bir saç yaptı bana..

Takma kirpikler takıldı, makyajların tillahı yapıldı. Süs püs o biçim.. Bütün küçük kızlar gelinlik giydiler. Ya da söyle söyleyeyim, tuvaletleri beyazdı. Nasıl bir kasılıyorlar, nasıl bir süzülüyorlar o kadar olur.. Onları da sime buladı kuaför zaten.. Sürekli aynalardan kendilerini süzen minicik kedilerim benim. Maşallah çok tatlıydılar…

Kadınlar tuvaletli, erkekler takım elbiseli.. Çok janti bir ortamda tek pantolon giymiş kadın olmak da garipti.. Ben bunu çok sonra farkettim ama pek de önemi yok benim için. Diğer hatunlar da benim aykırılığımı bildiklerinden, gayet uyumluydum yani ortamla.. Pantolon dediysem, kotla gitmedik herhalde. Sahneye çıkacak kadar olmasa da,  şifon bluz ve gümüş platformlarla, takıydı taçtı, çok elit bir güzelliktim o gece..

Yediğim içtiğim benim olsun, yaz yaz bitmez yoksa.. Gezip gördüğüm… çok güzeldi. Hatta kuzenlerden biri o kadar güzel oynuyordu ki, boşanıp geri aynı adamla evlenip düğün yapasım ve hatunu da çağırasım geldi. O kadar imrendim yani..

Hatunların çoğu korse yüzünden içecekleri yudumla içtiler. Kalkıp tuvalete gitmek, o yeni model korselerden sıyrılıp hacet gidermek işkence gibi. Gözümle görmesem inanmazdım. 60’lık teyze, debelendi yazık.. El birliğiyle soktuk kendisini tekrar ilk haline..

Nereye oturursan otur ses düzeni kulağına tecaavüz ediyor illa ki. Gürültü sevmem, masadaki diğerleri de rahatsız oldu, içimizden biri gitti kabloyu çekti, bizim oraya bir huzur geldi, en azından birbirimizle sohbet ettik..

Ay masada uyutulan bebek detayı bile düşünülmüştü.  Çok güzel bir düğündü..

Gelin çok güzeldi, damat elbette ki son derece hoştu. Bütün aile birarada şahane de bir fotoğraf da çektirdik en sonunda..

Düğünler çok güzel şeyler bence.. Onlar ermiş muradına….

 

8 Yorum

Filed under ben yazdım, gezen güzel olur, kültür, severim paylasirim

İmkanlı imkansızlık…

80’lerde, ben büyürken, mütevazi bir gelirimiz vardı. Annem ev hanımıydı..Yediğimiz içtiğimiz, giydiğimiz gördüğümüzden geri kalmazdık ve para da birikirdi bir şekilde. Ahım şahım zengin bir aile değiliz, ama ortadirek de sayılmıyorduk. Genelde herkes tasada ve sevinçte birdi…

Amma…

*-*-*-*

Öğretmenimin kendi kızı da bizim sınıftaydı. Sıra arkadaşım, hatta gerçekten kanka‘mdı. Ve sınıf arkadaşlarımızdan birinin babası Kıbrıstan bir bebek getirip hediye etmişti arkadaşıma. Bayağı plakları vardı bebeğin, şarkı söylüyor, konuşuyor ve -sıkı durun- yürüyordu..

İlk şoku atlattım. Ben pek öyle evcilik oynayan çıtı pıtı ev kızı olmadığımdan, kriz geçirmedim ama çok beğendim. Acaip beğendim. O zamanlar barbie bile yok Türkiye’de, o kadar söyleyeyim. Kelebek gazetesinde, Burda dergilerinde, ne bileyim almancıların getirdiği Kaufhof dergilerinde filan görebiliyoruz.. Şaşım şaşım şaşırıyoruz evi olan, giysileri olan bu bebeğe.. Yürüyen bebek çok fena acaip geliyor. Babama söylüyorum bir tane istediğimi. Neden olmasın, kız dediğin bebek sever.. Babam alımkâr oluyor. Bulamıyor. Piyasada öyle bir bebek yok. Pilli bebekler var, konuşabileni, iki dilde şarkı söyleyeni.. Ama yürüyen yok. Anaa, kalıyor muyum öyle? Öğretmenimin evine gittiğimde vitrine konmuş bebeğe kısaca bakıp geçiyorum. Bir süre sonra da çok dert etmeyip unutuyorum. Çünkü sadece bende değil, hiç kimsede olmayan bir şey.. Eh, elle gelen düğün, bayram..

*-*-*-*

Sonraaa… Ortaokul senelerinde iddialı bir müzik öğretmenine düşüyorum.. Tam bir sanatçı. Her şeyi çalıyor, besteleri var.. “herkes bir şey çalacak” diye başlıyor. Birşey çalmak yetenek gerektirmiyor, notaları öğrenip, ilgili bölgeyi de belleyip do notası lazımsa do’ya basmak kâfi. Âlâ.. Çalalım..Ne çalalım? Gitar çalalım.. Ama gitar çalmadan önce, mandolin çalmak lazım diyorlar. Haydii, mandolin arıyorum. Babam hiiiiç sıcak bakmıyor çalgı işine.. “çalgıcı mı olcan?” şeklinde bir argümanı var, delemiyoruz.. Kendisi  namlı bir “müzik kulağı olmayan insan”; lisede koro çalışmasında öğretmen doğrudan “oğlum sen söyleme, herkesi şaşırtıyorsun, ağzını oynat yeter” demiş, o derece.. Bende de çok bir yetenek yok biliyorum ama istiyorum..Neyse bir şekilde, kuzenimin eskiden heves edip aldırdığı ancak dolaba attığı bir mandolin çıkıyor ortaya..

Acaip seviniyorum, kılıfı bile var.. Ne güzel.. Pena da alıyorum kırtasiyeden. Nay nay nom okula gidiyorum. Öğretmenim tellerin yanlış bağlandığını, mandolinin solak olduğunu söylüyor! Bazı teller de paslı zaten, “bir müzik dükkanına götür, hallederler” diyor. Eve gelip durumu bildiriyorum, babam kesinlikle yanaşmıyor. Mandolin havlu dolabına kalkıyor, bütün yıl orda kaldıktan sonra kuzenimgile iade oluyor..

*-*-*-*

Veee 80’lerin fenomeni Blue Jean dergisi. Oy ne modern, ne fantastik bir şey. Şarkı sözleri, sanatçı posterleri.. Stickerler.. Yörüngemiz şaşıyor, deli gibi alıyoruz dergiyi. Çok da güzel.. Ve dergide yayınlanan Dünya Gençlik Merkezi ilanları.. Aklımı alıyor. Aslında mekan İstanbul’da, Osmanbey civarı bir kırtasiye irisi. Ama her şey ithal, her şey janjanlı. Deli divane oluyorum ama ben nere, İstanbul nere… Bir türlü gidip bir şeyler satın almak mümkün olmuyor, bu benim tüketim çılgınlığı ile ilk temasım, zehiri ilk alışım olarak tarihe geçiyor.

Üniversiteye gelene kadar DGM’ne gidemiyorum. En sonunda gidiyorum, salyalarım akmıyor belki, hatta burun kıvırıyorum “bu muymuş?” diye.. Sonra.. kapanıp gidiyor zaten..

*-*-*-*

bunlar da böyle, birikmiş anılarım işte..

Yazının sonuna not: gercekten de insanların bir şeyleri çalabilmesi, müziği bir hobi olarak hayatlarına sokabilmeleri lazim. Çocukların yuzde 20’si bir şey çalmaya istek duyarken, erişkinlerin yüzde 70’i keşke çalabiliyor olmayı istiyorlar.. :(

6 Yorum

Filed under alışveriş işleri, çocuk, ben yazdım, severim paylasirim

itiraf.bom -iii- “Öptürmem…”

Yan bir bilgi : Sevdiğiniz biriyle karşılaşınca ne yapılır? Kucaklaşır, iki yanağından öpersiniz…Pekiii, havada kafa tokuşturup, karşılıklı gerdan kırıp bir türlü hangi yanaktan başlayacagini bilemeyen tiplerden misiniz?? Öpeceğiniz kişiye yaklaşın ve kafanızı hafif sola çevirin… Öpeceğiniz kişinin önce sağ yanağını öpersiniz. Bu kadar basit..

 

Ben çok ufakken büyük halamız vardı.

Giriş berbat çıktı. Kendisi, Allah ömürler versin, hala var.

Büyük halamızı yılda iki defa ya görürdük ya görmezdik. İnanamayacağınız kadar canayakın, sevgi ve şefkat dolu bir kadındır. İri yapılı, gür, siyah, kıvırcık saçlı, bembeyaz tenli, güzel gözlü, genç yaşta evlenmiş, çok genç bir yaşta üç çocukla dul kalmış, bir yandan üç çocuğuna bir yandan yatalak kayınvalidesi, annesi ve anneannesine bakmış… Tam film olacak bir hayat. Ben kendisini tanıdığımda çoktaaan menapoza girmişti.

Aşırı ter basıyordu kadıncağızı.. Bir de kilo eklendi mi bütün o dolunay gibi yüzü, yumuşacık gıdısı ıslak-soğuk bir nemle kaplanıyordu. Ve kadın genelde çocuklara, özelde de bana bayılıyordu.

Yakalayıp sinesine sıkıştırır, öttüre öttüre cork cork öperdi beni. Öyle böyle değil… 25 kiloluk küçük bir kızsın, 100 kiloluk hala seni ciğerine bastırıp, mıncırıp somururken nereye kaçabilirsin? Sinir krizleri geçirirdim ve bir de çimdik yerdim annemden “ayıp” diye. İstemiyorum ben, ama koskoca büyük halaya ayıp olur!!

Bunu neden yapıyordu bilmiyorum. Hiç de sorasım yok. Kendisini görmeyeli seneler oldu. Allah sıhhat afiyet versin.

İlk çocukluk travması budur bende. Fobisi oluştu. Kimseye yanak uzatmıyorum. Tokalaşmak iyidir..

Ne kimseye sarılabilirim, ne de öpebilirim. Asla. Çok fena oluyorum.. Bunu da buraya yazıyorum. Çocukları zorlamayın. Siz seviyor olabilirsiniz ama o sevmiyorsa, kendinizi sevdirin önce..

13 Yorum

Filed under çocuk, ben yazdım, insan olmak, şikayetlerim

Anneannemden masallar -i- “Keçiyi içeri al”

Allah rahmet eylesin, anneannem çok güzel anlatırdı, ben hatırladığım kadarını, kendime göre anlatacağım: 

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde fakir bir kadıncağız varmış. Tek göz bir evi, minik bir ağılı bir de kümesi varmış. Eşi, üç çocuğu, bir ineği, bir keçisi, bir horozu üç de tavuğuyla yaşıyormuş… Ve felaket derecede de bunalıyormuş. Sürekli şikayet, sürekli dertlenme… “nasılsın?” demeye gelmiyormuş, kadın hemen “çocuklar da hasta, inek de huysuz, eşim de işsiz…..” diye başlıyormuş..

Derken bir gün, birisi kadına yukarı köyde yaşayan bilge bir dededen bahsetmiş. “ne derdin varsa ona anlat, hemen çözer” demiş. Kadın sevinmiş, almış bir sepet yumurta, bilgeyi ziyarete gitmiş.

Dağın tepesine yakınmış bilgenin evi. Havadar ve manzaralıymış ama kadın daha bilgeyi görür görmez söylenmeye başlamış…” ne uzak yere yapmışsın evini, çık çık geberdim, su gibi ter içinde kaldım…” diye.

Aksakallı bilge dede, anlamış kadının huysuzluğunu, ses etmemiş. Hediye sepetini almış, derdini sormuş kadının. Kadın nefes almış, “evimiz dar ve küçük, hem de…” diye başlayıp uzuuun uzun anlatacakmış ya, aksakallı dede, kesmiş sözünü… “derdin bu mu?” demiş, “bundan kolayı yok.. Hemen eve git, keçiyi eve al..”

Kadın şaşırmış, ama koskoca bilgeyi sorgulamak ayıp gelmiş. Eve gitmiş, keçiyi ağıldan çözüp eve bağlamış. Zaten dar olan ev bir de keçi kokmaya başlamış. Üç gün sonra kadın dayanamamış bilgeye koşmuş.. “aman efendi hazretleri ev dardı, bir de keçi girdi…” demesine kalmadan, bilge dede atılmış: “oh oh iyi, şimdi de tavukları al eve.. hadi koş”

Kadın şaşkın şaşkın eve dönmüş. Tavuklar kümes yerine evde gecelemişler o gece. Adım atılacak yer yokmuş, üstelik ev hem keçi hem tavuk boku kokmuş..

İki güne kadın dar atmış kendini bilgeye.. Ağzını açamadan bilge uzaktan seslenmiş: “Horozu da al eve, horoz dışarda kalmasın”

Kadın ağlamaklı, eve dönmüş, horozu buyur etmiş içeri… Artık koku bir yana, horoz evdeki herkese gaga atmış, gagalayamadığını mahmuzlamış; pırrr çırpınıp her yeri tüy toz içinde bırakmış; keçiye sataşmış, keçi çocuklara tos atmış; çocuk sofraya takılmış, yemekler ekmekler ortaya saçılmış; bir vaveyla ki o kadar olur. Adam sabah ezanı evden fırlamış, daha evvelden beğenmediği bahçıvanlık işi varmış bir tane, onu kabul etmiş, o gün başlamış işe…

Sabahı zor etmiş kadın, daha kapıdan çıkmadan bir çocuk gelmiş avluya, “bilge dedenin selamı var, bugün de ineği alacaksınız eve” demiş gitmiş.

İnek de girince, kapıyı zor kapamışlar o gece. Değil yatak serip yatacak, evde ayakta duracak yer kalmamış. Koku bir yana, gürültü kıyamet dayanılır gibi değilmiş. Huzur kalmamış, herkes ağlamaya bağrımaya başlamış…

Gün doğar doğmaz bilge dede kapıdaymış. “çıkar kızım ineği” demiş, gitmiş.

İnek ahıra geçince ev gözlerine kocaman gözükmüş. Diğer hayvanlar artık o kadar göze batmamış ama rahatsızlık bayağı azalmış sonunda.

Üç gün sonra dede haber salmış: “tavuklarla horozu da çıkarsınlar”

Ev bir kat daha genişlemiş, büyümüş… Eve bir huzur gelmiş, herkesin yüzü gülmüş…

Bir hafta sonra kadın kendi elleriyle sağdığı inek sütünden yoğurt, keçi sütünden de peynir yapmış, dedenin yanına varmış.

Dede gülerek karşılamış kadını. Bir süre sessiz sessiz manzaraya bakmış, huzurun tadını çıkarmışlar..

Bilge dede, “keçiyi çıkar artık” demiş. Kadın sevine sevine eve dönmüş, keçiyi ağıla bağlamış, evi silmiş süpürmüş, çocuklarla saklambaç oynamış, eli kolu sebze dolu gelen eşini gülerek karşılamış.

Ev saraylardan güzel, kırk odalı hanlardan geniş gözüküyormuş gözlerine. Hem evde hem içlerinde bir rahatlık bir huzur başlamış ki o kadar olur. Artık kimse hiç bir şeyden şikayetçi olmamış, şükrederek yıllarca mutlu mesut yaşamışlar.

Masal da burda da bit-miiş.

Ailemizde bu masala sık sık referans verilir. 

* Haline şükretmeyi bilmeyen, keçiyi içeri alsın…

** Bir dertten kurtulma arefesinde: “hele bir keçiyi de çıkarayım” 

13 Yorum

Filed under çocuk, ben yazdım, kültür, severim paylasirim