Tag Archives: anılar

Hayat 1 Mutfak 1 Ben 1000

Mutfak dev, ışıklı bir disko topu gibi.. Her kenarında başka bir renk, başka bir an’ın yansıması, başka sesler.. 

*

– Kızım bak bakayım babaannen odadan çıktı, koş banyonun ışığını aç, temiz havlu tut.

– Anne akşamüstü yengemleri çağıralım mı? Patatesli Balık Poğaça yaparsın?

– Kızım dur şimdi daha baban evde, şu sofrayı bir kuralım. Peyniri dildin mi? Akşamdan suya koyduğumu dilseydin, tansiyonunu fırlatmayalım babaannenin.

– Şeyda’ların kedisi yavruladı, bir tanesini alalım mı?

– Yok artık, evde kedi olmaz. Hem bak senin kardeşin olacak yakında.

– İyi de dayımın düğününe gidemiyoruz ki hani ben gelinlik giyecektim? Bütün arkadaşlarımın abisi ablası, halası malası evlendi. Ben de düğüne gitmek istiyorum. Gelinlik giymek istiyorum.

–  Evlenince giyersin. Kesme şeker de koy sofraya, toz şeker de koy. Ben de taze soğan-sarmısak yıkadım, yumurta dürümü yaparız.

*

– Annane ya, niye ağlıyor bu bebek bütün gece ya.

– Bebekler ağlar kızım, gazı vardır. Kim ne yapsın bunu, boşver benim akıllı kızım gel seninle misafire lohusa şerbeti tutalım. Lokumları da ikram et e mi benim canım torunum.

– En çok beni mi seviyorsun annane?

– Tabii ki kimi seveceğim başka? İlk göz ağrımsın sen benim çok özlüyorum seni ben. Karne hediyesi ne alalım sana?

– Kitap alalım mı? Bilim kırtasiyede çok güzel kitaplar var ama ben çarşıdaki Cevizli kırtasiyeye gitmek istiyorum, orası iki katlı hem ciltli kitap da satıyorlar..ha ne dersin annane?

– Olur tabii, yarın dedenle beraber çarşıya inin. Ne istiyorsan alsın sana. Başka kızlar bebek ister benim akıllı kızım kitap ister, aferin sana. Tepsiyi götür bakalım misafirlerin bardaklarını topla, boş bardak misafirin önünde bırakılmaz ayıptır, hemen almak lazım.

*

– Anne şeker maşası nerede? Papatyalıları çıkardım, peçeteleri dizdim, çatalları sola bıçakları sağa koydum, ortaya da alman pastası için yer bıraktım şimdi şekerlikleri koydum, maşaları bulamadım, ya annee sana diyorum yae

– İkinci çekmecededir, dikkat et de kardeşin pufa tırmanmasın, onun bir ayağı sallanıyor düşer mazallah.

–  Fadile de gelecek mi? Fal bakar mı bize? Limonj  fincanları dizdim tepsiye ama… Fadile gelecekse ağzı yaldızlıları çıkarayım onlar daha büyük.

– Akşama amcanlar gelir, hadi ikiniz balkona kovayla su taşıyın da yıkayın, serinlesin biraz balkon. Yaz gecesi bile sıcak, yavaş kızım sarkmayın balkondan, dışarı terliğiyle eve girmesene evladım.

*

– Anne patlıcanları pijamalı soydum, ee nolcak bunlar?

– Tuzlu suya basacağız acısı çıksın, balkonda küçük tüpü yak ben tavayı alıp geliyorum.

– Ya önce pattesleri kızartsan ya anne ya, yağın içinde köfte hücreleri var, süzmeden etmeden hem biber acıymış onun da tadı var yağda, hepsi pattese geçiyor ama…

– Sen o patlıcanları uzat ordan kaynar yağın başında kan ter içinde uğraşıyorum zaten. Çöpe gazete serin!

– Patlıcanları yengem gibi unlayıp kızartsana? Yoğurdu az sulandırdım, şimdi?

– İcat çıkarma, sarmısakları soydunsa havana koy, içine az tuz at da kaymasın, iyice döv.

*

– Babamın arabasının kapısının sesi ! Koş kapıyı aç “hoşgeldin” de ben de geliyorum. Hadi bakim abla sözü dinlenecek!

– Herkesin çocuğu sabahlara kadar ders çalışıyor nasıl kazanacaksın sen üniversiteyi böyle bilmem ki?

– Amaaan herkes kendi çocuğuna baksın. 

– Yeme dolma içini, çiğ et kurt yapar.

– Daha ne kadar dolma dolduracağız ya ben bıktım usandım kaç kilo kuruluk var burda?

– O bitsin sarma da sarılacak, yarın bağa büyük grup geliyor. Altına koruk dizeriz acılı ekşili çok nefis olur.

*

– (kızıım?!? sofrada babaannen var, büyükler başlamadan başlanmaz dur bakim) Anne hadi buyrun.

– Abla ya ben ne zaman yapacağım kahvesini babamın?

– Hele dur boyun ocağa yetsin minnoş. Orta gözde, kısık alevde pişer babamın kahvesi, sen beceremezsin.

– Sana çorba yaptım ama geçen gün. Banyodan kürsüyü aldım, tencereye su koyup patates havuş attım unuttun mu?

– Nasıl unuturum ya, küçük aşçım benim. Süpersin vallahi. İyi kurula o borcamları, su lekesi kalıyor. İki saat yıkadım ellerim karıcık oldu.

*

– Çayın buz oldu. Yengen okunmuş pirinç verdiydi, sınava girmeden yuttun mu?

– Aa ben onu cebime koydum muska gibi? Hay Allah ya, yencek miydi onlar. Reçeli niye tepsiye aldın?

– Güneşte pişecek biraz da. Sen hadi bittiysen kalk, naneleri elekten geçir.

– Nane topla, yıka, yaprağını yol, güneşe ser..

– Gölgeye.. Güneşe serersen yanar, aroması da uçar, kararır. Öyle olmaz o. Nane gölgede kurutulur.

– Ya aman elli bin tane iş. Ne diye kurumuş naneyi eliyoruz ki? Hazır alsak ya markette üç kuruş bir poşeti tertemiz?

– Elenmemiş nane kalın kalın, çeri çöpü içinde yağa attın mı rengini bile vermez. Hadi daha halılar kalkacak duvarlar silinecek bu hafta.

– Ben Güllü bacı mıyım ya? Kızı üniversiteye gidiyor, annemin derdine bak duvar sildirecek bana.

– Ne var, sil, yarın evlenirsin kendi duvarını camını nasıl sileceksin? Yaptığın banaysa öğrendiğin kendine kızım.  Okumak yetmez evinin işini de bileceksin.

*

– Ooo yoğurtlu patates? Bayılırım, ya anne sizi çok özledim ben ya. Saçmasapan şeyler yiyoruz. Goralı diye bir şey yedim mesela, sosisli gibi de..

– Boşver onu yarın yengen sana yuvalama ziyafeti veriyor, hadi iyisin. Şu nihaleyi kaldır kızım ablanın önünden.. Dolaptan su çıkarın. İyi ki geldin vallahi. Biz de çok özledik.

-Abla karnen nasıl? Bütünleme ne demek? Ben takdir aldım. Sen yokken o sandalyeye hep ben oturdum :))

*

– Vallahi hiç böyle bir çikolata tepsisi görmedim. Paşabahçe mi o? 

– evet.. bitter koydurma dedim. heeepsi sütlü çikolata. gitsinler akşam tıkınırız. 

– hiç olur mu? söz çikolatası o, yarından itibaren misafire tutulacak, şimdi gelen gidenle baş edilmez. Hem ne çikolatası hala, gelin olacaksın hala ne derttesin. Ben içeri geçeyim siz kahveleri hemen getirin. Büyük anneden başlayın ikrama.

*

– Anne sen geç misafirle otur ben çayı termosa alıp geliyorum. Bugüne bugün teyze oldum ben, hiç bir şeyi merak etme. 

– tamam kızım tamam bir şey demedim. Camı aç çok buhar olmuş burası, tüller nemlenmesin. Ablanla uğraşma lohusalık zordur. Sen “peki” de ne derse, yine bildiğin gibi yaparsın.

– Aman annee, biliyoruz huyunu. Şu borcamı kim getirmiş?

*

– Siz başlayın çocuklar benim hiç canım çekmiyor.

– Aa olur mu anne, aç yeri ayrı acı yeri ayrı. Yemeden olmaz. Rahmetlinin ruhuna gider derler. Hadi iki lokma atıver ağzına, bak su böreği gelmiş Mustafa abilerden. Çay da taze. Hadi bak şimdi size ne anlatacağım, şimdiden rahmetli demek de zor geliyor ama rahmetli nenem anlatmıştı. Niye helva kavrulur bilir misiniz? (Yavrum sen de al çayını gel güzel kardeşim benim otur.) Kimse ne zaman öleceğini bilmediğinden hazırlık da olmaz ölü evinde. Cenaze haberini alan evdeki kadınlardan kim varsa, evde kadın yoksa komşulardan biri, her evde bulunan un-şeker-yağ ile bir bulamaç yapmış ki zengin evinden de vardır fakir evinde de vardır. Gelenin gidenin çabucacık karnı doyar, kan şekeri yerini bulur bir anda. Okunan dualar da cabası. 

….

*Ben o evi, o mutfağı, o yaşlarımı biraz özledim.  Bir gün oturdum, herkesin farklı renkte konuştuğu, 9 yaşından 99 yaşına giden bir öykü yazmaya karar verdim. Bu oldu. Herkesin rengini tam tutturdum mu onu hatırlamıyorum. ama anafikir bu.

Yorum bırakın

Filed under aile, ben yazdım, kültür

Düğüne gittim, gördüm, geldim. (pek vici bi durum olmadi)

Emmioglum evlendi.

Davetiyem, üzerine adım yaldızlı kalemle yazılmış şekilde elime ulaşmadan bir ay önce telaş sardı beni.

Gideyim mi? Gidelim mi?  Senin iş durumu müsait mi? İki gün izin al noolur yani? Bilet kaça? Yer var mı? Çocukları götüreyim mi? Hangisini götürsem? öbürüne kim baksa? Ne giycem????

Neticede iki-iki berabere kaldık. Aldım kızımı Antebe gittim.

Pegasus koltukları her zamanki gibi kramp girdirecek kadar dar. 36 beden koltuk yapmişlar. ben de 36 beden değilim… Koridordan koltuğa akışıp sığmak gerçek bir seyir oldu. Oturduğum yerden kımıldamadan 1 saat 15 dakika kalıp gibi uçtum.

Ama uçuş güzeldi. Kızıma sürpriz ikram olarak çikolata soslu meyve fondü almıştım. Ufak kesilmiş çilek, ananas ve bir bütün muz. Yaninda ılık çikolata sosu. Yarısını ben yedim. Gayet güzeldi.

Ucakta bilekliğimi düşürdüm :(( yakın zamanda kilidi bozulmuştu. Tamirden sonra ilk takışım idi.. Gittiii..

Gerçi “uçuşta daha büyük bir kayıp da yaşayabilirdin, canını kurtarmana say” diyen olduğundan pek dırlanmamaya çalışıyorum.

Bulana helal filan etmiyorum, çok severdim kendisini… Zaten garip bir huyum var, iki bileğim mi var? Birinde saat birinde bileklik. Ama yıllarca. Hiç çıkarmamasıya.. İki kulağim mi var, iki de küpem var… Küpeden sıkılırsam ya da, birden bire çok hoşlandığım bir küpeye rastlarsam, kulağımdakileri söküp tarttırıyorum ve yeni küpelerimle çıkıyorum kuyumcudan. Yüzükte de öyle… İki taneyse iki tane. üçüncü gelince eskilerden biri giderr..

Takmayacağım, dolapta çekmecede kalacak şeyi niye satın alayım?? Gerçi zarar ediyorum, biliyorum ama…

Her ne ise, bu kadar kuyum muhabbeti yeter..

başka neler oldu?

Gittiğimiz gece, ayaküstü kına gecesi yaptık mutfakta kendi aramızda ve gelin olmadan. Biz kına gecesini kaçırmış olabiliriz ama kına gecesi bizden kaçamadı :))

Düğün günü, topluca kuaföre gittik. Herkes bir süs bir püs.. Topuzlar, postişler.. Şahane. Gerçiiii, hiç kimse saçını beğenmedi, kuaförden çıkan, kendi kuaförüne gidip tekrar yaptırdı saçlarını. Ben de kızımın saçını kendim yaptım açıkçası, kuaför halledemedi.

Benim kısa saçıma ise, Hayko Cepkin modeli jöle atan arkadaşa “bravo” dedim. Tam olarak ne istediğimi anlayarak mükemmel bir saç yaptı bana..

Takma kirpikler takıldı, makyajların tillahı yapıldı. Süs püs o biçim.. Bütün küçük kızlar gelinlik giydiler. Ya da söyle söyleyeyim, tuvaletleri beyazdı. Nasıl bir kasılıyorlar, nasıl bir süzülüyorlar o kadar olur.. Onları da sime buladı kuaför zaten.. Sürekli aynalardan kendilerini süzen minicik kedilerim benim. Maşallah çok tatlıydılar…

Kadınlar tuvaletli, erkekler takım elbiseli.. Çok janti bir ortamda tek pantolon giymiş kadın olmak da garipti.. Ben bunu çok sonra farkettim ama pek de önemi yok benim için. Diğer hatunlar da benim aykırılığımı bildiklerinden, gayet uyumluydum yani ortamla.. Pantolon dediysem, kotla gitmedik herhalde. Sahneye çıkacak kadar olmasa da,  şifon bluz ve gümüş platformlarla, takıydı taçtı, çok elit bir güzelliktim o gece..

Yediğim içtiğim benim olsun, yaz yaz bitmez yoksa.. Gezip gördüğüm… çok güzeldi. Hatta kuzenlerden biri o kadar güzel oynuyordu ki, boşanıp geri aynı adamla evlenip düğün yapasım ve hatunu da çağırasım geldi. O kadar imrendim yani..

Hatunların çoğu korse yüzünden içecekleri yudumla içtiler. Kalkıp tuvalete gitmek, o yeni model korselerden sıyrılıp hacet gidermek işkence gibi. Gözümle görmesem inanmazdım. 60’lık teyze, debelendi yazık.. El birliğiyle soktuk kendisini tekrar ilk haline..

Nereye oturursan otur ses düzeni kulağına tecaavüz ediyor illa ki. Gürültü sevmem, masadaki diğerleri de rahatsız oldu, içimizden biri gitti kabloyu çekti, bizim oraya bir huzur geldi, en azından birbirimizle sohbet ettik..

Ay masada uyutulan bebek detayı bile düşünülmüştü.  Çok güzel bir düğündü..

Gelin çok güzeldi, damat elbette ki son derece hoştu. Bütün aile birarada şahane de bir fotoğraf da çektirdik en sonunda..

Düğünler çok güzel şeyler bence.. Onlar ermiş muradına….

 

8 Yorum

Filed under ben yazdım, gezen güzel olur, kültür, severim paylasirim

İmkanlı imkansızlık…

80’lerde, ben büyürken, mütevazi bir gelirimiz vardı. Annem ev hanımıydı..Yediğimiz içtiğimiz, giydiğimiz gördüğümüzden geri kalmazdık ve para da birikirdi bir şekilde. Ahım şahım zengin bir aile değiliz, ama ortadirek de sayılmıyorduk. Genelde herkes tasada ve sevinçte birdi…

Amma…

*-*-*-*

Öğretmenimin kendi kızı da bizim sınıftaydı. Sıra arkadaşım, hatta gerçekten kanka‘mdı. Ve sınıf arkadaşlarımızdan birinin babası Kıbrıstan bir bebek getirip hediye etmişti arkadaşıma. Bayağı plakları vardı bebeğin, şarkı söylüyor, konuşuyor ve -sıkı durun- yürüyordu..

İlk şoku atlattım. Ben pek öyle evcilik oynayan çıtı pıtı ev kızı olmadığımdan, kriz geçirmedim ama çok beğendim. Acaip beğendim. O zamanlar barbie bile yok Türkiye’de, o kadar söyleyeyim. Kelebek gazetesinde, Burda dergilerinde, ne bileyim almancıların getirdiği Kaufhof dergilerinde filan görebiliyoruz.. Şaşım şaşım şaşırıyoruz evi olan, giysileri olan bu bebeğe.. Yürüyen bebek çok fena acaip geliyor. Babama söylüyorum bir tane istediğimi. Neden olmasın, kız dediğin bebek sever.. Babam alımkâr oluyor. Bulamıyor. Piyasada öyle bir bebek yok. Pilli bebekler var, konuşabileni, iki dilde şarkı söyleyeni.. Ama yürüyen yok. Anaa, kalıyor muyum öyle? Öğretmenimin evine gittiğimde vitrine konmuş bebeğe kısaca bakıp geçiyorum. Bir süre sonra da çok dert etmeyip unutuyorum. Çünkü sadece bende değil, hiç kimsede olmayan bir şey.. Eh, elle gelen düğün, bayram..

*-*-*-*

Sonraaa… Ortaokul senelerinde iddialı bir müzik öğretmenine düşüyorum.. Tam bir sanatçı. Her şeyi çalıyor, besteleri var.. “herkes bir şey çalacak” diye başlıyor. Birşey çalmak yetenek gerektirmiyor, notaları öğrenip, ilgili bölgeyi de belleyip do notası lazımsa do’ya basmak kâfi. Âlâ.. Çalalım..Ne çalalım? Gitar çalalım.. Ama gitar çalmadan önce, mandolin çalmak lazım diyorlar. Haydii, mandolin arıyorum. Babam hiiiiç sıcak bakmıyor çalgı işine.. “çalgıcı mı olcan?” şeklinde bir argümanı var, delemiyoruz.. Kendisi  namlı bir “müzik kulağı olmayan insan”; lisede koro çalışmasında öğretmen doğrudan “oğlum sen söyleme, herkesi şaşırtıyorsun, ağzını oynat yeter” demiş, o derece.. Bende de çok bir yetenek yok biliyorum ama istiyorum..Neyse bir şekilde, kuzenimin eskiden heves edip aldırdığı ancak dolaba attığı bir mandolin çıkıyor ortaya..

Acaip seviniyorum, kılıfı bile var.. Ne güzel.. Pena da alıyorum kırtasiyeden. Nay nay nom okula gidiyorum. Öğretmenim tellerin yanlış bağlandığını, mandolinin solak olduğunu söylüyor! Bazı teller de paslı zaten, “bir müzik dükkanına götür, hallederler” diyor. Eve gelip durumu bildiriyorum, babam kesinlikle yanaşmıyor. Mandolin havlu dolabına kalkıyor, bütün yıl orda kaldıktan sonra kuzenimgile iade oluyor..

*-*-*-*

Veee 80’lerin fenomeni Blue Jean dergisi. Oy ne modern, ne fantastik bir şey. Şarkı sözleri, sanatçı posterleri.. Stickerler.. Yörüngemiz şaşıyor, deli gibi alıyoruz dergiyi. Çok da güzel.. Ve dergide yayınlanan Dünya Gençlik Merkezi ilanları.. Aklımı alıyor. Aslında mekan İstanbul’da, Osmanbey civarı bir kırtasiye irisi. Ama her şey ithal, her şey janjanlı. Deli divane oluyorum ama ben nere, İstanbul nere… Bir türlü gidip bir şeyler satın almak mümkün olmuyor, bu benim tüketim çılgınlığı ile ilk temasım, zehiri ilk alışım olarak tarihe geçiyor.

Üniversiteye gelene kadar DGM’ne gidemiyorum. En sonunda gidiyorum, salyalarım akmıyor belki, hatta burun kıvırıyorum “bu muymuş?” diye.. Sonra.. kapanıp gidiyor zaten..

*-*-*-*

bunlar da böyle, birikmiş anılarım işte..

Yazının sonuna not: gercekten de insanların bir şeyleri çalabilmesi, müziği bir hobi olarak hayatlarına sokabilmeleri lazim. Çocukların yuzde 20’si bir şey çalmaya istek duyarken, erişkinlerin yüzde 70’i keşke çalabiliyor olmayı istiyorlar.. :(

6 Yorum

Filed under alışveriş işleri, çocuk, ben yazdım, severim paylasirim