Dört yaşımdan beri okuyabilen bir insanım. Milliyet yayınları Çocuk Kitapları dizisi, şömiz(*) ciltli Altın çocuk klasikleri.. Baskan yayınları… Çağlayan yayınları…. harika zaman geçirdim o kitaplarla.
80’li yıllarda babamın ve annemin kitaplıklarını okumaya başlamıştım. Bütün Dünya’lar, Altın /Kelebek Klasikler… Zevaco! Hatta MEB’in bastırıp üç kuruşa sattığı tercüme dünya klasikleri. Öyle bir-iki tane demiyorum. Yüzlerce kitap. Ev cennetti benim için.
Bilgisayar yok, birşey yok ama o tercümelerin özeni, dilin akıcılığı… Kusursuz kitaplardı. Hep özlerim onları. Bazıları hala benimle.
Zamanla kendim de gayet pürüzsüz bir Türkçe’ye sahip oldum. Hem (arapça-farsça kelimeler içeren) Eski Türkçe hem Modern Türkçe’de iddialıyım. Üstelik İngilizce’ye de vakıfım.. Doğal bir dil yeteneğim var.
Sonra internet yüzünden Türkçe karakter kullanmamaya başladım. Bu huyumu hiç sevmiyorum. Sırf daha hızlı yazabiliyorum diye Turkce karakter kullanmamak benim icin bir kusurdur. Kadı kızı da olsam… Ki babam da hiç onaylamazdi eminim…
Neyse, o kusursuz, zengin dilli kitaplar insanın beğeni seviyesini bir arttırıyor ki sormayın. İnsan kendisi yabancı bir dili bildikten sonra, o dilden yapılan çevirilerin de mükemmel olmasını bekliyor. Olmayanlar gözüne, beynine batıyor.
İşsiz güçsüz insanların kırık dökük sözlük ingilizcesi ile tercüme yaparak para kazanması zaten sinir bozucu; bir de sorumluluk nedir bilmeyen yayınevleri, önüne gelen tercümeyi basma kriteri olarak “ucuza mal edilmiş” olmasını yeterli görüyorsa o en beteridir bence. (cümleyi çok devirdim hiç toplayasım yok, anlayan anladi)
Ha bir de bu ikilinin esas suçlusu var. EDİTÖR… Yayınevi sahibi, patrondur. anlarım. Editör bu işi bilmesi gereken kişidir.
Her zaman çok iyi tercümeler çıkmıyor karşıma. Bazen çok şanslıysam severek okuduğum, kendimi kaptırdığım tercümeler oluyor ki, tercüman arkadaşa helal olsun diyorum.
Bazen de dandik mi dandik, pis pis sırıtan tercümelere denk geliyorum. Çok kötü değilse, onları da fazla kızmadan okuyorum ama derhal sahafa filan satıp elden çıkarıyorum.
Ve bazen de, gerçekten berbat tercümeler satın almış bulunabiliyorum. Her sayfada hatalar, acıklı engliş kokan cümlecikler, dilimizde yeri olmayan aparılmış deyimler benzetmeler… İşte onlara deli oluyorum.
Şimdiye kadar okuduğum en kötü tercümelerden birinden bahsetmek istiyorum. X yayınevinin Y kitabi. isim vermek istemiyorum. İki yıl kadar önce aldım. Bir yaz tatiliydi, fazla kitap seçeneği yoktu, alıverdim.
Felaketti.
Oturup yeşil renkte bir tükenmezle hataların altını çizmeye başladım. Sonra ondan da bıktım, her sayfa yeşil çizgilerle doldu. Çok sinirlendim….
Kitabı yayınevine geri yolladım… Gerçekten. Bir de şikayet notu ekledim. Paramı geri istediğimi de belirttim.
Sonra.. Cevap çıkmadı. “Sekreterin eline geçmiştir, açıp durumu görünce gülmüştür herhalde.. sonra da yuvarlak klasöre dosyalamıştır” dedim. Arkasını da kovalamadım….
Geçen ay, o kitabın editörü aradı. Notumu kaybetmiş ve yeni bulmuş. Yayınevinde ciddi bir değişiklik yaptıklarını, şikayetimden sonra gerekli departmanlara daha yetkin elemanlar aldıklarını hatta yayınevinin adını bile değiştirdiklerini söyledi.
Süper. En azından aradığı için çok sevindim.
Gene de adresimi aldı ve bana iki kitap yolladı. Hala yayınevinin, kitaplarin ya da editörün adını vermek konusunda kararsızım.
O kendisini biliyor deyip Ş. Beye nezaketi için çok teşekkür ederim. İki yıl sonra da olsa,
Helâl ise gelir Hint’ten, Yemen’den
Helâl değil ise, ne gelir elden….
(*) şömiz: Fransızca chemise (gömlek)’in okunuşu. Kitabın sağlam karton cildi, üzerinde suni deri kaplaması, en üstte de renkli, resimli kabı olurdu.o renkli, resimli kap için kullanılır şömiz deyimi. resim de koymak lazım buna..
Allah’tan kitap çevirisi yapmıyorum, fena halde üzerime filan alınırdım. Ama kullanım kılavuzlarındaki buram buram İngilizce’den aslı gibi çevirilerde kulaklarımı çınlatabilirsin :).
ps: işe ilk girdiğimde bana denen cümleyi unutmuyorum:”İngilizce’yi öğretebiliriz ama Türkçe’yi bu saatten sonra öğretemeyiz. Türkçe’n iyiyse çevirmen olursun yoksa hiç şansımız yok”.
BeğenBeğen
Şekercim tercüman gecinenler senin eline su dökemezler sen hiç üzerine alma…
BeğenBeğen
Gecen hafta bir kitapta ha bire “vahşi hintliler”den bahsediyordu..
kim bunlar biliyor musunuz? Kızılderililer.
indians.
Hani “dünya yuvarlak, o zaman sürekli batiya gidersek hindistana ulasiriz” diye yola cikmis ya Amerikayi kesfeden Kristof Kolomb; Amerika kitasinda gordugu yerlileri de Hintli zannetmiş, “indian” sıfatı ordan geliyor yerlilerin.
bizim yerli tercüman bozuntularının da elini dilini eşşek arısı sokuyor inşallah.
BeğenBeğen