İlk fotoğraf makinesi 1800’lerde icat edildi. Adını Foto=Işık ve Graphia=yazmak’tan alır. Fotoğraf profesyonellerce çekilen, önemli bir vesikaydı ve bir kısım yerlinin “ruhlarını hapsettiği” gerekçesiyle fotoğraf makinesinden kaçındığı söylenirdi.
Fotoğrafçı her yerde bulunmaz, bulunduğu yerde de mühim bir durumda başvurulur, fotoğrafı çekilecek kişinin çoook uzun zaman aynı şekilde durmak zorunda olduğu pozlarla çekilirdi.
Öyle ki, insanların genellikle oturarak kımıldamadan durmaları sağlanmış, eski fotoğraflarda hep oturan insanlar yer almıştır. Hareket ederlerse, göz kırparlarsa flu ve korkunç resimler çıktığı ve tab etmek işlemi eziyetli ve kimyasallı uzun süren bir işlem olduğundan fotoğrafçılar enseden kavrayan ve vitrin mankeni gibi kaskatı durdurabilen gereçlerle fotoğraf çekmişlerdir.
O zamana kadar zenginler yağlıboya portrelerle ölümsüzleşebilmekteyken, sıradan halk da kısa sürede “fotografisini aldırarak” ölümsüzleşmekten keyif almış, hatta bizzat ölülerin fotoğrafları çekilerek ileriki nesillere aktarılmıştır.
Her iki mevzuyu özetleyen fotoğrafların devamını google’da “post mortem photography” olarak derinlemesine araştırabilirsiniz.
1900’lerde yavaştan evlere bile girmeye başlayan fotoğraf, bir hobi ve bir geçim kaynağı olarak büyük sükse yaptı. Kodak taşınabilir ilk fotoğraf makinesi markası olarak, bir devrimdi. Fransızlar halen fotoğraf makinesine “Mon Kodac” derler.
İşler ilerledi, 1960’larda renkli film, daha kısa sürede film banyosu, video çekebilmek, ayda fotoğraf, insan bina bitki hayvan fotoğrafçılığı, zenginlerin fotoğraflarının gazetelere basılarak cemiyet haberleri, ünlülerin fotoğraflarına olan talep ise magazin gazeteciliğini doğurdu.
Arayı atlayarak, 70’lerden itibaren evin babasının tekelindeki fotoğraf makinesini anlatayım biraz. Siyah beyaz filmler rulo halinde satın alınır, makineye kapkaranlık bir yerde takılırdı. Işık değerse film yanardı çünkü. Genelde 24 ya da 36 pozluk makaralardı bunlar. İcap ettiğinde, birinin doğumgünü, halanın hicazdan dönüşü münasebetiyle ailenin bir arada olması, bir bebek doğması, nişan, sünnet törenleri evde fotoğraflanırdı. Bir bilemedin “ay gözüm kapalı çıktı” diyen olursa, makara ileri sarılarak (evet elle tır tır döndürülür film) iki poz çekilir makine kaldırılırdı. (portatif flaşlara hiç girmeyeyim konu uzadı zaten)
İşte bir iki yıl içinde makinede film biter, baba paraya kıyabilirse gotürülüp fotoğrafçıda tab ettirilirdi. Baba bilahare gider tab edilmiş negatif filmi inceler,
(arap :D) beğendiklerinden bastırırdı. Diyelim eşinin ve yeni doğan oğlunun fotoğrafından dört beş tane bastırır, şehir dışındaki akrabalara da arkasına dolma kalemle (Mahmut Kemal ellerinizden öpmeye geldi. 18.Mayıs.1974) yazılarak zarf içersinde gönderilirdi. Çok prestijli bir şeydi bu (fotoğraf gönderilmeye layık görülmek) ve ayna kenarlarına vitrinlere fotoğraflar iliştirilirdi.
Çok ekstrem durumlarda stüdyoda fotoğraf çektirilirdi. Aile pozu ya da bebek fotoğrafı mühim bir olaydı. O yılların stüdyo resimlerinde boş ve ciddi bakışlı insanlar beni hüzünlendirir.
İyice fiyakalı olansa eve fotoğrafçının gelmesiydi. Doğumgunu, nişan, sünnet fotoğrafını profesyonel birine çektirmek gıpta edilen bir davranıştı.
Tatile çıkacaksan ödünç mödünç bir tane bulur mutlaka tatil fotoğrafları çekerdin. İstanbul manzaraları özellikle revaçtaydı.
Ne zamanlarmis yahu :) simdi telefon alirken en onemli ozelliginin fotograf kalitesi olup olmamasna bakiyorum ben😄 ama hala bi aile fotografim yok o ayri😂😂eline saglik nostalji oldu.
BeğenLiked by 1 kişi