Tag Archives: köstekli saat

Hiç Anlamadın Deli İnsan -i-

 

Giriş :

Burada size minnak bir iki ders:

Eskiden Saat : manuel ki ne manuel. Kendisi tamamen elde yapılan, üzerinde gerçekten cam olan, içindeki sarmal yayın kurulması ile dişlilerinin dönme enerjisini sağlayan, o yayın da 24 saatte bir kurulması gereken bir cihazdı.

Pahalıydı. Herkeste olmazdı. Saatin varsa zaten öylece elinde gezdiremezdin. Saatin kayışa bağlanıp kola monte edilmesi çok daha sonradır. Kadınlar ise kolyevarî saatler takar yahut da kalan herkes gibi, güneşin durumuna göre vakit tayini yaparlardı.

Saat için yelekte ve pantolonda saat cebi olurdu. O saati de sağlama almak için yine güzel bir kordonla pantolon kemerine yahut yeleğin iliğine tuttururdun. Buna da köstek denirdi.

Bir saat kolay alınmazdı. Babadan oğula geçerdi ve yüksek rütbeli memurlara filan emekliliklerinde armağan edilirdi. Saatin üst kapağını şöyle şal diye açıp saate bakmak çok karizmatik bir cümle sonuydu. “Ee, vakit tamam biz kalkalım. Arabayı hazırlasınlar”

ataturk-kostekli-saat

Atatürk’ün de bir çok yelekli takımda kullandığı ve hatta hayatını kurtaran köstekli saatleri vardır.

Saat sıklıkla şehir meydanlarına kurulan kulelere yerleştirilir, meydan saati adını alırdı. Bütün köy-kasaba meydandan geçerken saatlerini ayarlarlardı. Vakit o zaman da nakit miydi bilmiyorum. (güneşe göre ayarlanan saatleri ya da muvakkithaneleri de anlatırım bir gün)

İşte o köstekli saatler varlıklı insanlara ait bir simgeydi ve yolda yürürken saat sorulan adam zengin soran ise fakir adamdı; zengin durur, saati çıkartır, karşıdaki garibana okur, teşekkürünü alır yoluna giderdi.

Derken İstanbul’da başarılı yankesiciler ve dolandırıcılar türedi. Köyden davarı tarlayı satıp İstanbul’a gezmeye gelen ağalar, küçük şehirlerde ticaret yapan ve mal almaya gelen kalantor esnaf, hatta taşı toprağı altın bu şehri görmeye gelen sonradan görme kasaba eşrafını giyiminden/aksanından/etrafa hayranlıkla bakışlarından şıp diye tanırlar ve hazır onlar bakınırken kendilerini iyice bir süzerlerdi.

Bu yankesicilerin de çok ustalıklı branşları vardı. Örneğin “vay babamcılar”. Yolda yürüyen ve bakınan avı takip eder, az çok memleketini tahmin eder sonra da ilk köşede karşısına çıkıp bağıra bağıra “Uyy Mahmut emmi, kurban olduğum Allah seni burada karşıma çıkardı” deyip avı bir güzel özlemle (!) kucaklarlardı. Gençten bir elemansa önce eline atılıp öper, sonra boynuna sarılırdı.

Yüzde elli ihtimalle adı mahmut olmayan kurban bi şaşalar, “ben kimim? neredeyim? bu kim? beni tanıdığına göre ben onu tanımasam ayıp? kimlerden acaba? asker arkadaşım olmasın? birine mi benzetti?” karmaşıklığındayken o arada el çabukluğuyla cebinde koynunda kesesi saati nesi varsa hırsıza geçerdi. Genellikle hırsız “Hemşerim sen Sivas Fanfinfon köyünden Mahmut ağam değil misin? vay be, insan insana bu kadar benzer, e hadi bana müsaade” deyip kirişi kırardı.

Yahut cepçiler/tırnakçılar. Bunlar sessizce, kalabalıkta yankesicilik yapan ustalardı. Kalabalık genellikle suç ortağı tarafından yaratılır, özellikle yaşlıca ve tatlı dilli olan suç ortağı bir kenarda türkü söyler/ayı-maymun oynatır/bul karayı al parayı dümeni çevirirken etrafı kalabalıklaşınca “abilerim yankesicilere dikkat edelim, cüzdanları kollayalım” uyarısını “insaniyetinden” yapardı.

Toplaşan kalabalıkta herkes elini kesesi-cüzdanı-saati neredeyse oraya bir atar, pıtpıtlar, yerinde olduğunu hissedince önündeki şovu izlemeye devam ederdi. Kalabalığa karışmış bekleyen cepçi, en kalın cüzdanları ve yerlerini seçer, azıcık itiş kakışla hissettirmeden çekiverirdi.

 

Reklam

1 Yorum

Filed under kültür