Bizler kalabalığın içine karışıp kaybolamayan; aksine bir renkle, bir takıyla, bir bakışla “şıp” diye ayırdedilebilenleriz. Birbirimizi de hemen tanırız birçok insanın arasında, ama yine de selamlaşmayız. Ya bir üstünlük duygusudur bizi farklılaştıran ya da doğuştan farklılığın sürekli dışlanmaya mahkum edildiği toplumların ittiği bir yılgınlıktır tanısak da anlamamazlıktan gelmeyi sağlayan.
Biliriz oysa anlamlarını ifadelerin, kendimiz yazmışçasına okuruz imla hatalı alınyazılarımızı birbirimizin. Koskoca kalabalık, kımıl kımıl hareket eden bir bakteri kültürü irisidir veya bir karınca sürüsü. Ne onlara katılabilir, ne de varlıklarına katlanabiliriz. Yollarımız baştan ayrıdır. İnatla bildiğimizi okur ve karşılaştığımızda kendimiz gibi olanlarla, sadece bakışırız. Bir ölçmedir bu, topluma olan uzaklığını ve kendine olan yakınlığını (ya da tam tersini) anında bir endikatör hassasiyetiyle ölçer, yanılma payı düşük notunu hemen veririz. Karşılıklı ölçme-değerlendirmenin sonu asla değişmez. Başlar iten ve istenmeyen sürüye çevrilir ve göz teması -selamsız- kesilir…