Şarabın tarihi çok eskidir. Ta, Nuh Peygamber’e kadar gider. Derler ki, Nuh Peygamber bir gün keçisinin çok neşeli olduğunu görür. Bu hal günlerce devam edince, keçinin peşinden gider. Durumun, keçinin yediği üzüm denen bir meyveden kaynaklandığını keşfeder.
Meyveyi tadan Nuh Nebi, hayatı pespembe gösteren üzüm suyunun müptelası olur. Ne var ki; Nuh’u mutlu gören şeytan onun neşesini kıskanır, alevli nefesi ile asmaları kurutur. Nuh üzüntüsünden yataklara düşünce, şeytan insafa gelir. Asmaları canlandıracaktır, ama bir koşulu vardır. Asma, Nuh’un hayvanlarından yedi tanesinin kanıyla sulanacaktır.
Aslan, kaplan, köpek, ayı, horoz, saksağan ve tilki kurban olarak seçilir. Açılan üzüm kökü, bu kan karışımıyla sulanır. Ve üzüm bir yıl sonra tekrar canlanarak meyve vermeye başlar. Derler ki; şarapla sarhoş olan kimsenin aslan gibi cesur, kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi kuvvetli, köpek kadar kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olması bundandır.
*-*-*-*
Üzüm yemeyle sarhoş olunmaz, biliyorum, fermantasyon vb vb..
Şarap benim tavus kuyruğu(*) çıkarmamı sağlardı, içtiğim zamanlar :))
Üzüm en güzel, pestildir, bastıktır, cevizli sucuktur, muskadır bence. Ama öykü güzelmiş, paylaşmak istedim.. Bir de hayvanların ömürlerini insana vermesi hakkında bir yaz vardır bulunca onu da yazayım.