Görmemiş görmüş, gülmeden ölmüş… (AFS-i-)

Ben Anadolu Lisesi mezunuyum. Her okulda var mıdır bilmiyorum ama bizim okulda AFS diye bir şey vardı. Sınavına girersin, kazanırsan bir yıl Amerikada okursun.. Ve her yıl da AFS ile gelen çeşitli yaşlarda misafir öğrenciler olurdu. Büyük bir kısmı zaten bizim öğrencilerin misafiriydi, beraber gider gelirlerdi okula.. Evin bir çocuğu olur, “anne-baba” der, çok güzel ve uzun süren dostluklar hatta daha sonra da görüşmeler olurdu..

Hem misafir alanlar için hem de misafir gidenler için çok eğitici bir deneyimdi. Yakınlarda bir ara ben de bir AFS öğrencisi almak istiyorum..

Her ne ise, bu yazımda sizlere, bir haftalığına aileme misafir olan Rose Ann’den bahsetmek istiyorum. Bildiğin uzun boylu , sarı kıvırcık saçlı Teksaslı bir lise öğrencisi. hayatının bir dönemi bize misafir oldu. ne bizim ne kendisinin isteği. tamamen rastlantısal bir biçimde gelişen olaylar.. neyse, en kötüsü de, ben henüz hazırlıktayım, past tense, perfect tense, past perfect continuous tense biliyorum lakin ingilizce konuşamıyorum….

ne azaplı günlerdi, bir şekilde herkes ikimizi bir araya getirip “şunu sor” “bunu da sor” şeklinde bana yükleniyor… kan ter ve tarzanca içinde ben anlatmaya çalışıyorum, kızcağız anlamak için dört kulak oluyor bu bacak kadar çocuğun derme çatma cümlelerini… sonra taramalı tüfek gibi aksanlı amerikancasıyla bastırıyor cevaplarını… anaaaammmssss. “ne dedi??? NE DEDİ???” o kadar anadolu lisesine gidiyorsun, rezil olmak var… hadi bi daha uğraşıyorum didiniyorum… bir süre sonra ikimiz de bezdik. ben “bilmiyorum” deyip çıkmaya başladım o da uzun monologlar yapmamaya başladı.. birbirimizin halinden anlıyoruz lakin kimse bizim halimizi anlamıyor… çok acil durumlarda karşılıklı birer sözlük açıp dert anlatmanın dışında, iyice sağır-dilsiz muhabbeti etmeye döndürdük işi. bizimkiler de üç beş ingilizce kelime kaptılar, gelip gidip kullanıyorlar. annem hala “ha” deyince “mosquito” diyebilir size..

Otuz yıl önceden bahsediyorum size, renkli tv yeni gelmiş Türkiye’ye, yayın tek kanal. o da tam gün bile değil. Kız patlıyor sıkıntıdan. Taş devrine düşmüş gibi… Bütün kadınların evde olmasını aklı almıyor, niye çalışmıyor bunlar diyor, kadınlar dehşete düşüyorlar..

Sıcağın ortası, gez dolaş da yok.. Şort giyiyor evde elin teksaslısı, anam Antep gibi yerde şort ne demek??? of ki of..

yatağı yapıyor lakin yorganın üzerine çıkıp oturuyor annem çok kızıyor, anlatamıyoruz yorgana oturulmayacağını. yani anlıyor ama gerekçeyi anlamıyor.. bunalıyor ki o biçim…

Yine bir gün sülale toplandı, kızı ortaya aldılar beni de baş köşeye oturttular.. çay may da ikram edildi önüme, o kadar mühim pozisyonum var… kızın anlattıklarını halk diline çevireceğim, kıza da sorulanları ileteceğim. Ödüllü simultane tercüman kariyerim o gün başladı..

Hayır amerikanya gündelik hayatına hiç vakıf da değiliz “annen ne iş yapar, baban ne iş yapar, kaç kardeşsiniz” den sonra soracak şey de bitti. Biri tuttu “böyle sıcak orda da olur mu?” dedi, kız “yes” dedi. bunu herkes anladı ve genel havada bir ısınma oldu hemen..

“bu sıcakta ne yaparsınız?” sorusuna da “ice tea” dedi.. “ney?” dedik.. Antepte çay acaip içilir, hatta kaçak çay içilir. Ama herkes sıcak içer, hatta kaynar içerler, soğuk çay terbiyesiz bir şeydir, buzlu çay iyicene şok!!…

kız eni konu tarif etti, kalktı gitti mutfağa allem kallem şunu bunu kurcaladı, demlikten çay döktü buz attı bilmem ne.. sürahiye koydu geldi.. herkes bir fırt aldı bardağına. ayıp olmasın diye de içtiler ama yüzler nassıl buruştu anlatamam.. Çay harareti keser, buzlu çay daha da iyidir, ama o gün hayatımızın ilk ve bazılarının son buzlu çayı içildi ve sevilmedi. Biraz şeker atsaydık? Yok dedi kız. Yekten içilecek.. Allah Allaaah. içilir gibi değil. Bu amerikalıların kafası da hiç çalışmıyordu. Mis gibi sıcacık çay varken bu içilir miydi?? Kant içerim daha iyiydi… Hep beraber ülkemizin herbirşeyinin benzersiz olduğuna karar verip sevindik..

Sonra biri çıktı “peki yanına ne yersiniz?” demesin mi…kız da tutup “cheese cake” diye bir şey yumurtlamasın mı? amma güldük be.. olamaz böyle şey. keke, peynir?? bizi kafalar gibi bir hali de yoktu, ciddi ciddi anlattı biraz. kimseler yutmadı. “daha neler?” dedik. tekrar sorduk “bildiğimiz peynir mi? hani kahvaltıda çıkarıyoruz ya sofraya?” “tatlı olur kız kek, sen yanlış anlamış olmayasın?” kız biraz daha bıdırdandı.. tam olarak öyle bir peynir değilmiş, yumuşak bir peynirmiş, keke de pek şeker konmazmış ve çiizkek çok güzel olurmuş.. tüm gözlerde bir “oha” bakışı, “bunlar zati domuz yiyorlar, keke de peynir atarlar bacım, ağızlarının tadını bilmez bunlar” muhabbeti.. Kız çok bozuldu. İki gün sonra da karşılıklı şükrederek kendisini esas misafir edecek olan ailesinin yanına uğurladık.

Şimdi fena globalleştik.. Deli gibi aystii içiyor ve kendim çiizkek yapıyorum. Bizim yerel kültürümüzü sen gidince nasıl anlattın bilmiyorum ama senin kültürün bize o gün çok garip gelmişti..

Bugün onların Şükran günleri; sağsa işin rast gelsin, öldüysen toprağın bol olsun Rose Ann Black, sen kusurumuza bakma..

5 Yorum

Filed under gezen güzel olur, insan olmak, iştahlı işler, kültür, severim paylasirim

5 responses to “Görmemiş görmüş, gülmeden ölmüş… (AFS-i-)

  1. Var ya, şu Rose herşeyiyle gözümün önünde şu an. Sizin haliniz de :)

    Beğen

  2. çok tatlı bir yazıydı. şunu yanımda anlatsan 5 saat çene ederdim seninle. her cümlesi beni bir yere götürdü.
    hadi birini söyleyeyim. anadolu lisesi hazırlığı bitirdim. hem de 10 ile. hem de dört sınıf arasında birinci olarak. ankaraya gittim. parkta oynarken iki adam geldi. do you speak english dedi. öyle bir güvenle bağırdım ki YEESSS. where is ayrancı dedi adam. yani ingilizce biliyorum ama ayrancıyı bilmiyorum. halamın kızına sordum oooo dünyanın mesafesini anlattı. şuradan gitsinler, şuraya dönsünler. bilmem ne. ter bastı. baktım anlatamayacağım, kaçtım! koşarak kaçtım valla olay mahallinden. sonra da halamın kızına yemin ettirdim kimseye anlatmasın diye.sonra büyüdüm mütercim tercümanlık okudum ama hala turist görsem kaçacak yer ararım.ne travmaymış yav

    Beğen

  3. Geri bildirim: En kolay ve en sevimli Cheesecake « A Blog Daire 6

Yorum bırakın